21 Haziran 2011 Salı

-arı-




dünya tarihi dendiğinde akla gelmez biliyorum. ne kadarını anladığını bilmiyorum, belki hiçbirini.

insanın herşeye saldırırken ve hep kazanırken ilk defa, gerçekten ilk defa tereddüt etmesini sağlamıştır bu kaza..

öncesinde olduğu kadar korkusuz diildir artık insan.. düşün bak uzay, teknoloji hala korkutur insanları, disko çağıda tam burda başlayıp parçalanır.

evren insana der ki "sonu var".

herkes için kolay olmak zorunda diil, bazısı asla anlamıcak.. ufak köylerde, şehirlerde, iki ana caddeli ülkelerde düşünülmücek bile. zaten çoğu bunun gerçek olamıcak kadar kötü olduğunun farkında, onlar dualarla bedenlerini doldururken, dualar bütününün "ruh" olduğunu da farkedemicekler. hayatları boyu aradıkları gerçek sadece tanım, bu kadar, hikayenin sonu..

arı'ya gidelim..

o'nun beni soktuğunda hayata dair beklentisi kalmamıştı artık. herkesin bildiğinin aksine -ki herkesin bildiği genelde zaten yanlıştır- arılar zehirlerini akıtıp ölmezler. iğneleri onların bir başka organıdır, vücutlarından koparsa ölürler.

biliyorum çünkü küçükken aksi söylenmişti, az önce toplumun doğru yada gerçek dediği tanımların sağlamasını verdim, hepsi söylüyorsa mutlak yanlıştır.

arı, ufak, gri tonlarında. sinirli baya, odaya girmiş, ama çıkamıyor. güneş vuran cama çarparak vızıldamaya devam ediyor. hayvanların camı tanımlayamaması da aramızdaki bikaç ufak farktan sadece biri.

ben her zaman yaptığımı yapıyorum, onu öldürmeyi seçmiyorum, kendi korkumun bedelini neden yarım gram bir hayvana ödetmeliyim.

büyükçe cam bir bardağı üzerine koydum, bu sefer çok kızdı, içinde sağa sola çarptı, bardağın ağzını ufak bi kağıtla kapadım, pencereden dışarı sarkıp kağıdı çektim. bardaktan çıkmasıyla bileğime tutunması bir oldu. soktuğunu anladım, heyecanla bardağı bıraktım, diğer elimle onu kolumdan atmak üzereyken, o bikaç mili saniyede, yukarda yazdığımı hatırladım. ölürdü iğnesi bende kalsa. bu sırada asfaltta parçalandı bardak.

tırnaklarım uzundur hep, bu ara çok uzun diil ama genede uzun -saçma oldu, evet-..
iğnesini iki yanından tutup çektim, çengel gibi hafif ucu, azcık çevirip çıkardım. ondan sonrası garip..

avcumun içinde yürümeye başladı, iğnesini içeri çekti. kanatlarını, bacaklarını temizledi.

az önceki korkusu kalmadı, öğrenmiş olabilir mi diye düşündüm ben, bu kadar kısa sürede, gözle görebiliceğim en ufak beyinle beni tanımış olabilir mi. hatta tüm varoluşu kavrayıp, benden yola çıkıp tüm insanlığı anlayabilir mi. az önce ölüyodu, şimdi niye bu kadar sakin.

durdu, hiçbişi yapmadan durdu, bikaç bin parça gözlerinin onbeş santim önünde gözlerim, bana baktığını biliyorum. avcumdan iki santim kalkıp asılı kaldı havada. zaman daha yavaş gibi, kanatlarını çırpışını, her bir seferini duyabiliyorum.

o vızıltının içinde aklımdan birsürü konuşma geçiyor, birsürü anı. tarif etmem uzun sürer..

koyaanisqatsi tüm bu "yeni" şeylerden önce, daha çanak çömlek aşamasındayken insanlık, bir kabilenin hayata tanımıdır.. anlamamız gereken, bizim daha adına bilgi diyebiliceğimiz hiçbişi yokken ortada neyin "parçalanıyor" olduğudur..

arı uzaklaşırken beni ağlatanda, uçağa binen kıza son bakışımda hep aynı şeyi anlatır.


serdar

8 Haziran 2011 Çarşamba

dünyanın en çatlak, en güzel tırnakları..



-turuncu-

sıvı metal, dev kazanlardan, dev kalıplara
dökülüyor.
çok sıcak, işçilerin derisinin üzeri ter kaplı
akan demirle parlıyor.

çöp kamyonunun arkasına asılı giderken,
terlemiş alnına rüzgar çarpıyor,
burnunda sabit insan kokusu.

sevişen iki erkek çocuğu,
aynı diğer sevişenler gibi
sırılsıklam.

gömleğinin kol altları ıslak bu adamın,
toplantı sonunda yüzünü yıkaması,
kendinden utanması gerek.

saatlerdir havaalanının yerlerini siliyor bir kadın,
mavi üniformasının altında,
sırtından kuyruk sokumuna kaç damla
akıyor?

kucağımda oturuyor,
avucunun içi terli, serpiştirilmiş benli,
uzatıyor,
öpüyorum.


serdar