4 Haziran 2013 Salı

OCCUPY!

Bu blogu açtığımda kalbim kırıktı, çok hemde.. üzerine çok şey oldu, misyonunu doldurdu, unutuldu.. ama blogun adı gibi, istanbul hep bendim.. istanbul ölüyorsa benimde yanında gitmem normal..

bugün yorgunum, bugün direnemedim ve ordakileri satmış gibi hissediyorum.. gibi de diil, biraz uykuya, kanlanmış gözlere ve ciğerlere dayanamayıp sattım..

hayatta savunduğum şeyleri hep elimden aldılar, önce aşkım gitti, sonra fenerbahçe, en sonda ülkem.. hiçbi zaman ağır bi vatansever, ırkçı yada politize olmadım.. hatta bunların karşısındaydım ama elinde olanı kaybettiğinde aslında ne kadar değerli olduklarını farkediyosun..

insanlar ölüyolar artık, çeşidini bilmediğimiz gazlar yiyoruz.. bazısı ciğerlerini yakıyo, bazısı kusturuyo, bazısı yarım saat civarı felç geçirmene sebep oluyo.. doğru bilgilere, bunların ne gazı olduğunu anlamamıza şu an pek imkan yok..

insanlar ölüyo dedim, ölüyolar ve sayıları belli diil, spor salonlarında binlerce kişi gözaltında tutuluyo, kendi çişlerinin üzerinde uyuyo..

bisürü sebebi olabilir ama ben hep çok seven, çok hissedendim.. herşeyi.. almanya'ya gidicektim bikaç aya, buraya dönmicektim.. kendini kurtarmak, kalanı satmak, günlerdir omuz omuza verdiklerimi unutmak mümkün diil artık..

biliyorum çünkü ben unutmuyorum, gittiğimde dönmicek olsam da dönebilicek bi ülkem olduğunu bilmek isterim.. sanırım ikisini birden yapamam.. hem kaçıp hem savunamam..

elbette ki bu kadar vahşetin içinde bu yazıyı da soğukkanlılıkla yazmıyorum, bu akşam evde yorgunluktan bayıldığımda karanlık bi kaldırım köşesinde yerde gördüm kendimi, polisler bi metre yakınımdan gaz bombası falan atıyolar üstüme.. uyuyabildiğim zamanlar bunları görüyorum.. korkuyorum..

ellerim hep terli ve titriyolar..

ben bunları yazarken ülkenin binlerce yerinde, sabah beşi sekiz geçe insanlar dövülüyolar, zehirleniyolar ve öldürülüyolar.. en iyi ihtimalle 10 sene sonrasına milyonlarca kanser hastası geliyor ve bu daha konuşulmuyor.. hepimizin geliceği, daha doğmamış çocukları, testisleri, yumurtalıkları zehirleniyor.. belki bizi kendine düşman olarak görenler bizim ürememizi bu yolla şimdiden durduruyorlar, bilmiyorum.. tamamen kendilerinden bir türkiye yaratıyorlar yada artık on sene sonra adına ne koyucaklarsa ülkenin.. bayrağın kırmızısı yeşile boyanıyor..

işte tam bu noktada bigün ölüp gidiceğimizi ve tam da bunun için, bu kalan zamanda özümde olmayan bir yavşaklık ve hedonizmle ülkeyi terkedemiceğimi görüyorum..

londra'ya da gidicektim gelicek sene gene, başka hayallerim vardı bu sefer, orda ki arkadaşlarımı da özledim..

neyse işte, durum şu ki, burda artık şiddetin durma ihtimali yok ve her halk hareketinde tarihte olan tek ortak nokta kazanamazsan ağır yenilirsin.. bişi başladı, büyüdü ve onların yenilgiyi kabul edip bırakması gerek, yoksa önüne seçim sandığıda gelmez artık.. bu bastırılırsa hepimiz, tüm dünyada ki türkler ne kadar umrunda yada diil, dönüceğimiz bi ülkemiz kalmaz..

bu yüzden ben yarın öğlen uyanıcam, tişörtten kesili gaz kokan siyah bezi suratıma geçiricem, evden çıkıcam ve büyük ihtimal almanya'ya gidemicem..

korkuyorum, geçen sene bu günlerde olsa korkmazdım, bi hayalim yoktu, yaşayabiliceğime inancım yoktu, kaybedebiliceğim hiçbişi kalmamıştı..

şimdi var ve korkuyorum.. yarın ben uyandığımda birilerinin özür dilemiş olmasını, birilerinin istifa etmiş olmasını umuyorum.. olmıcağını biliyorum, bu kolay bi zafer diil, bu gerçekten bi devrim, içindeyim ve buna başlayan bazıları ölücekler.. 7. gün sanırım yarın.. gezi'ye çadır kurduklarında salıydı diye hatırlıyorum.. o zaman kimsenin sikinde diillerdi, fenerbahçe'de aykut kocaman istifa etmişti, ülke bunu konuşuyodu.. şu an gelinen yere inanmak çok zor, yazmak lazım ama buda kalanların işi artık..

ben gidenlerdenim..

ISTANBUL BENIM

SERDAR

-son-

20 Haziran 2012 Çarşamba

güzel bir rüya



 uzun zamandır çok öfkeliydim.. en sonunda geriye gene güzel anılar kalıyor sanırım.. ufak bi dokunuş, bi gülümseme..

ne kadar acı vermiş olsada, ne kadar kötü hatırlamak istesende sarı saçları uyurken burnuna giriyor, dünyanın en huzurlu rahatsızlığı, o an uykudan uyandığın için mutsuz olmuyorsun.. dahada sıkı sarılıyorsun.. o da belki farkediyor, ayaklarını ayaklarına sürüyor..

herhangi bişeye beraber gülerken, el ele tutuşuyosan o an ellerin birbirine mesaj gönderiyor, parmaklar birbirine karışıyor, evet yasemin bende gülüyorum diyor yada evet serdar, bende gülüyorum.. mutluluk çok kolay paylaşılıyor..

hep bişekilde öldüğüm rüyalardan sonra, sonunda güneş altında ıslak çimenler üstünde, çıplak ayaklarla yürürken görüyorum kendimi.. yas çok uzakta oturuyor, sırtı dönük, görüyorum.. saçları rüzgarda dalgalanıyor.. güzelliğin bi bayrağı olsaydı o yas olurdu diye düşünüyorum o sırada.. kolumdaki dövme toprağa akıyor.. çimlerin içinde benden yasa doğru giderken çiçekler açıyor yolda.. o çiçekler benim yarattığım çiçekler mi gerçekte varlar mı bilmiyorum.. büyük beyaz yaprakları var, ortaları pembe.. yas'ın hala sırtı dönük bana.. yanında açan çiçeklerden birine bakıyor dönüp.. yüzünü ilk o zaman görüyorum.. koklamak için eğiliyor, gülümsüyor sonra, gamzelerini görüyorum.. bana dönüp dil çıkarıyor, çocuk gibi.. bende ona çıkarıyorum..

uyanınca noldu şimdi diye düşünüyorum.. tehlike anında beynim camı kırıyor tahminen.. gerçekte kim olduğumu hatırlatıyor.. yas'ın gerçekte kim olduğunu hatırlatıyor..

eminim rüya devam etse pamuk şekerlerimizle lunaparkta olurduk.. kendimize, birbirimize ne söylersek söyleyelim, biz sadece mutluluğu arayan iki güzel çocuğuz..

o hayali çiçekler gerçekten var mı bilmiyorum.. yoksa benzerlerini bulup vericem yas'a..

yüzüne bakıp söylemem gereken bikaç şey var.. sonrasını bilmiyorum.. yeni şehirler, yeni insanlar.. belki o ordaki güzellikleri gösterir, belki ben kendim bulurum..

nolursa olsun yas kalbimde bana bir an, zamanın nerdeyse durduğu bir an dönüp gülen gözleriyle kalıcak..

13 Haziran 2012 Çarşamba

1/7000000000 (yaklaşık)

kayıt 1012 (MCD-SX710 görüntü kaydı dökümü)
kişi : XXXXXX XXXXXXX
(12 haziran)

tepemde güneş, terliyorum.. montumu giyseydim keşke diye düşünüyorum.. ellerim titriyor.. dişlerim birbirine vuruyor.. bişeyin metaforu diil, bildiğin üşüyorum.. damarlarım o kadar şişmişki görsen korkarsın boynumu..

sırtımın ortasına yakın iğne sokuyorlar.. ağlamamak için zor dayanıyorum.. canım çok yanıyor..

bunu haketmedim diyorum kendime.. sonra bunun kaketmeyle alakası yok diyorum.. hiçbişi yok, inançta yok, karma da yok.. bunların hepsi yalan.. insanların birbirlerine verdikleri yükler var, çaldıkları, acıttıkları..

iğne çıkarken yavaşça dişlerimi sıkmışım çok, çenemin iki tarafından bastırıp açıyorlar, tek bi damla sağ gözümde birikmiş ama düşmüyor.. kirpiğime yapışıp kalmış..

bunun haketmekle alakası yok diyorum içimden hep o sırada.. bu ne kadar verebiliceğinle alakalı.. ne kadar ileri gidebiliceğinle..

yarı yolda dönüyorlar genelde, kaçıyorlar.. ben kaçamıyorum.. kaçmayı bilmiyorum.. bunu öğrenmem gerekirdi belki ilk, ben öğrenemedim..

bunun haketmekle alakası yok..

kayıt 1013 (MCD-SX710 görüntü kaydı dökümü)
kişi : XXXXXX XXXXXXX
(13 haziran)

(dört dakikalık sessizlik sonrası XXXXXX çığlık atmaya başlıyor)


                       
 son 1,5 dakika ne acayipmiş..

6 Haziran 2012 Çarşamba

köprü

dün çok sıcaktı.. yüzyılın en sıcak günü haberi yapılmıştır kesin.. karşıya geçiyorum.. köprü yolunda öğlen saati, garip bi trafik var, olmaması gereken cinsten..

anadolu yakasına geçiş tarafında bi çocuk intihar ediyormuş, daha öncede gördüğüm bi an..

dolmuştakiler çocuğun anasına küfrediyor.. sağımda oturan fransız telefon açıyor birine, heyecanla ingilizce intihardan falan bahsediyor, gülüyor, arada "bu türklerin hepsi gerizekalı" cümlesi geçiyor.. katılıyorum ama katılmadığım bu cümlenin "biz daha zekiyiz" altmetinli güzellemesi.. biz salağız güzel kareşim ama ırkçılığa lüzum yok, sende salaksın.. telefonu elinden alıp dolmuşun camından sallıyorum, şoka giriyor.. olur öyle.. fransızca sinirli bişiler söylüyor, şöföre kapıyı açmasını söylüyorum, fransızı suratından itip iniyorum dolmuştan.. fransızda inip telefonunu buluyor arabaların arasında.. diğer tarafa geçip yürüyorum, 50 metre sonra görüyorum çocuğu.. etrafında beş altı tane polis.. "güzel kardeşim in rakı içmeye gidelim, al iki yüz lira, yemeğe gidelim vs." ne kadar aptalca şey varsa söylüyolar.. güneş tepede, yüzümün yandığını hissedebiliyorum..

iki polis beni görünce bana doğru geliyor.. "bırakın konişiyim" diyorum.. profesyonel çağırdık, sen kimsin diyolar.. diyorum ki bu trafikte her kimi çağırdıysanız gelemez, güneş tepede, çocuk intihar etmicekse bile bi anlık gözü kararsa, parmaklıkları bıraksa ölür.. ben alıyorum o riski..

yok diyolar izin veremeyiz, bişi olsa bize girer.. çocuğun 15 metre uzağında oluyor bu konuşma, bi gözüm onda, 23-24 yaşında bi çocuk, kareli, turunculu güzel bi gömlek var üstünde, bana bakıyor.. yakınındaki polislerde benim tarafla ilgilenmeye başlıyor.. beni zorla karşı şeride geçiriyorlar, bi taksiyi durdurup bindirmeye çalışıyorlar.. o an, taksiye binmeden çocuğa doğru bir cümle bağırıyorum.. çok fazla düşünme fırsatım olmuyor, salakça bişi söylüyorum.. şimdi buraya yazmayada utanıyorum.. "mutlu olduğun biyer düşün" diyorum.. polisler kafamı bastırıp taksiye sokuyorlar..

tüm gün ordan oraya koştururken çocuk atladımı diye düşünüyorum.. ölmemiş olsun istiyorum.. nedenini de bilmiyorum.. belki yaşamaması gerek, belki atlatabiliceği bişi diildir her ne yaşadıysa.. ama genede yaşasın istiyorum.. biçok şey çözülür hayatta, en olmıcak dediklerin olur, en imkansızlar başarılır.. ama yaşamazsan başaramazsında.. eksik ve yarım kalır..

birileri yaşamı, ölümü anladıklarını sanıyorlar.. biyolojik yada meta-fizik aıklamalarla dolup taşıyorlar.. bu diil..

ben hala mutlu hayaller kurabiliyorum, gerekleşsin diye mücadele ediyorum.. herşeye rağmen.. bazen çok sinirleniyorum, herşeyi, herkesi, kendimi yokedesim geliyo.. aklımda insanlar ölüyo elimde..

sonra bi an, ufacık bi gülümseme hatırlıyorum, bi koku yada.. yas'ın güzel gözleri duruyo karşımda.. o gün kimse ölmüyo aklımda bidaha..

üzülüyorum, konserlere gidicektim onunla.. şehirleri gezicektim.. şimdi bakıyorum nerelere giderim diye..  heyecan duymak için.. gördüğüm sadece değişik şehir isimleri.. aynı geliyo hepsi.. beş-on binlik bi kasabada, denize yakın bi otelde sevişicektim ben aşkımla.. şömine yanıcaktı, ben arada o demirlerin adı her neyse onunla ateşe odun atıcaktım..

herneyse akşam dönünce haber sitelerini gezdim, aradım.. intiharla ilgili bişi bulamadım.. mutlu oldum.. umarım oda yaşadığı için pişman olmaz.. belki yaşamasına sebep olmuşumdur, belkide varlığım hiçbişi değiştirmedi, o zaten atlamıcaktı, bilemem.. üzerime bi pay almıyorum.. bigün biyerde karşılaşırsam gömleği nerden aldığını sorucam ama..

1 Haziran 2012 Cuma

still worse

hasta olmak bozdu beni..

biyerde sıra bekliyorum, elimde sıra kağıdı var, üzerinde abuk bi numara, beş haneli bide, 99bin kişiye kadar hizmet verebilirler yani, saçma..

çok fazla bey diye hitap edilince karşıdakide aynı sıfata özeniyor heralde, öyle anlıyorum, "hasan bey daha önce izah etmiştim"li cümlemi kurmuyorum ama, bana ait diil ben hasan diyorum düz, hasan en azından sonuna bi abi koysaydın bakışıyla ezikliyor beni.. eziklenmeye bağışıklığım var, saolsunlar, koymuyor o yüzden..

neyse ordan çıktım, bişiler yiyim dedim, cadde karşısında eve hep eksik sipariş getiren sandiviççiyi gördüm. (sandiviç evet, sikerim artık biri ağızdan çıktığı gibi yazsın şunu)

girdim, sipariş verirken dedim böyle böyle sizin eleman post makinasına kağıt koymayı unutmuş, parayı alamadınız, bi haftadır her gün arayıp 25 lira istediğiniz benim.. onuda hesaba ekleyin.. ben sanki bu amcıklara gidip bunu demesem suratımdan çözüceklermiş gibi durumu bide çemkirdiler, çemkirilmeyede bağışıklığım var.. yemeği yedim, yemek dediğim bilmemne peynirli bilmemne sandiviçi, çok şekilli bol koyun peynirli mide bulantısı bişi, koyun peynirine uyuzum var, etinede, galiba komple koyun sevmiyorum.. zaten bi hayvanın hem kendisini yemeyi hemde içinde ürettiği bişeyi tüketmeyi kavrayamadım çok, olmuyor, hep bi rahatsızlk bünyede.. hayvanın iç organlarında biriktirdiği, attığı enzimi ben niye yiyorum..

fotocuya girdim, dedim acil, on dakka sonraya randevum var, bana güzelinden bi biometric çak hacı.. amın oğlu dünyayı kurtarıyo edasıyla bi bilgisayara bakıyo bi bana bakıyo bi makinasına bakıyo, açı önemli diyo bide, açısını siktiğim şekilli vesikalık işte, bana sonunda on cm kare kağıt vericen bende sana 25 lira.. ilişkimiz bu, niye fazladan hava katıyosun..

döndüm kalan evrakı, fotoyuda falan verdim, gel şu gün verelim dediler.. bide hastalığın geçseydi keşke şimdi pasaporttaki fotondan tanımazlar senili bi espri yaptılar.. ben ilk defa duydum komik gelmedi, lan sığır sen aynı espriyi kaç bininciye yapıyosun bide üstüne gülüyosun, beynin yok mu çocuğum senin, ak partili misin, on sene önce gençlik kollarında başladığın siyasi hayatın polis kadrosuna ittirilmenle devam mı ediyo..

kürtaj meselesi var bide, sanırsın ki amerikadayız, wiskonsinin köyündeyiz.. resmen tartışma ithal etti adamlar, bidahaki seçimde cumhuriyetçi rolüyle logolarını filde yapabilirler, ampüllü fil, değişik.. (lan eşek mi fil mi cumhuriyetçilerindi, şu an arada kaldım, ne sikse)

hastalıktan geberiyorum ama vaktimde yok çok, öyle hop serum, hop bi depresyonun dibi, sinir, alkol derken düşünmek için vakit bırakmıyorum kendime..

ama tabi sokak ortası öksürük krizine mütahakip elime gelen canım pıhtıları görünce neşesizleşiyosun.. bi anda.. herşey çok ciddileşiyo, çok gerçek oluyo o zaman.. türk filmi klişesi lağn bu feveranın beynin tarafından çok kısa sürede aşağılanıp yokediliyo..

sonra hafif acıyla karışık ağlamak diilde, sinirle kendine üzülmek arası bi gözlerde dolma, bi beynin içinden ver küfrü ver nefreti halleri..

tam o anda içine döndüğünde, beden beyne "al hacı bizden bu kadar, artık sıra sende, düşünsün ibnenin oğlu" diyerek gazı veriyor..

tamda o anlarda, belki ben nereye bakmam gerektiğini bildiğimden, sıradan herşey bulanıklaşırken, arabaların gürültüsü, insanların çığırması duyulmadığında bi kare, donuk olan herşeyin içinde caddenin karşısında kaldırıma bitişik mazgala takılmış bi pet şişe çırpınıyo gibi görüyorum, onun geçebiliceğinden dar mazgallar, yardım istiyo gibi geliyo.. ona yardım etmem tüm dünyayı kurtarırmış gibi.. karşısındaki kaldırıma oturup izliyorum.. sigara yaktığımda caddenin iki ucunda çırpınan iki pet şişe oluyoruz.. o akan suyla sağa sola çarpıyo, ben öksürüyorum..

şişeye bakarken kötülüğün nedenini çözüyorum, yada çözdüğümü düşünüyorum.. iki aydır soruyorum kendime ve sonunda anlamlı olmaya yakın bi cevap çıkıyor beynimden..

neden yapıldığından çok ne kazandırdığına bakmam gerektiği sinyalini alıyorum şişeden.. soru yanlışmış.. böyle sorunca cevapta basit geliyor, sessizce gelip oturuyor karşıma.. güçlü hissetmek için serdar.. bu kadar.. sonra sağlamasını yaparak ilerliyorum.. kim güçlü hissetmek ister diyorum, gene basitçe cevap veriyor, güçlü olduğuna inanmayan.. lan çok kolaymış bi soru daha soriyim mi, nooğlur diye eteğinden çekiyorum.. bu günlük bu kadar diyor, ters biraz beynim, öyle çok oynamaya gelmiyor..

caddenin karşısına geçip şişeye yakından bakıyorum.. karar vermem lazım, delikten zorla geçirmeli miyim yoksa öyle bırakmalı mıyım.. kararı karşısında otururken zaten verdiğimi farkediyorum..

30 Mayıs 2012 Çarşamba

kan kokusu

bişeyin şekli diil, ağzımda kan tadı var.. geceden kalma.. burnumdan nefes alıp verirken kokusunu alıyorum..

durmam imkansız.. durduğum an biter biliyorum.. harekete devam ediyorum.. hastane çıkışı cebimden not defterimi çıkardım, nereye gidilicekti, napmam lazımdı bugün.. serum iğnesinin çıktığı yerde bir damla kan birikti, dövmemin üstünden  aktı, güldüm niye bilmiyorum....

bilmem gerek, noldu bilmeliyim.. çoğunun aksine bilmek korkutmuyor beni..

kullanılmayı sindiremedim..

gidip hak vermek istiyorum, evet burası başka bi gezegen ve burda insanlar böyle oluyormuş demek istiyorum..

onunla konuşuyorum aklımda, sabahları uyandığımda..

hergün her saniye aynı aldatılmışlığı, kullanılmışlığı hissediyorum.. hergün kandırılan adam olarak uyanıyorum, hergün tekrar terkediliyorum, tekrar satılıyorum..

sahile inip sadece bulutları izliyorum.. saatlerce.. kulaklarıma su kaçmış gibi, yutkunuyorum hep, açılmıyorlar..

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Damla

Sarı saçların ve üzgün renkli gözlerinle oturuyorsun uzakta. Annen olmalı yanında ki kadın. Sevmediğini hissedebiliyorum, yüksün onun için, utançla etrafa bakıyor annen.

Neden utandığını anlamaya çalışıyorum, ördeklere marul veriyorum bu sırada kafenin dışında. Popolarını salladıklarında mutlu oluyorum, yürüyüşleri komik geliyor bana.

Sigaramı atıp içeri dönüyorum, karşı masana oturuyorum. Sana baktığımı farkediyor annen, daha da utanmasına sebep oluyorum. Sonra sen koltuğundan inip bana doğru yürüyorsun. Yanıma geldiğinde senden neden utanıyorlar anlıyorum, ama ben utanmıyorum, sende bunu hissediyorsun. Ama sana böyle temiz bakılmamış hiç, napıcağını bilemiyorsun. Gülümsemeye çalışıyorsun, ne kadar zamandır gülümsemediğini, gülmediğini görüyorum. Elimi uzatıyorum, avcum açık. Tutar gibi yapıp bırakıyorsun, elimi çekmiyorum, bekliyorum. Masanın etrafında bir tur daha dönüp yanıma geliyorsun tekrar. Bu sefer tutuyorsun elimi. Annene bakıyorum bi yandan, benden korkması gerekip gerekmediğini süzüyor, çok ilgilenmiyorum onunla. Adını soruyorum, iletişim için öğrendiğimiz ilk basit şey sanırım. Dilin tam dönmüyor, adını doğru anlayabilmek için onlarca isim tarıyorum kafamda. Biliyorum ki çok çabuk anlaşılmadığın hissine kapılabilirsin sen, çok çabuk korkabilirsin. "meraba damla, serdar ben" diyorum. Yüzünden ismini doğru söylediğim anlaşılıyor, güveniyorsun o an, kafanı omzuma yaslayıp sarılıyorsun. Sonra elimden çekip kaldırıyorsun, annenle göz göze geldiğimizde mutlu olduğunu görüyorum, nedenini anlayabilicek kadar bakamıyorum ama, sen beni ördeklere götürüyorsun. Elimi bırakmadan arkamdan bakıyorsun ördeklere, aynı boya gelelim diye oturuyorum yere, bikaç parça marul alıp uzatıyorum ördeklere. Onlarda korkuyor önce, yaklaşıyorlar sonra, sende yanıma oturuyorsun. Beraber besliyoruz ördekleri.

Kafeye baktığımda annenin yanında bi adam var, baban sanırım, fotoğrafımızı çekiyor telefonla. Rahatsız oluyorum. Seni kucağıma alıp doğruluyorum. İçeri girdiğimizde masanıza yürüyorum, yemeğin gelmiş, istemiyorsun yemek. Yemen için ısrar eden annenden alıyorum çatal ve bıçağı. Ben yemeye başlıyorum, seninlede ilgilenmiyorum o sırada, adımı söylüyorsun. anlaşılmıyor ama biliyorum adımı söylediğini. Yemeğe baktığını görüyorum, kucağıma alıyorum, elin ilk bıçağa gidiyor, ben sana tabaktaki ufak bi dometesi kaldırıp gösteriyorum, bıçağı unutup bırakıyorsun, senin bakmadığın bir an kaldırıyorum masadan. Sen yemek yerken baban konuşmaya çalışıyor benimle, sus işareti yapıyorum babana, sırası diil gibi. Bi süre sonra annen seni tuvalete götürdüğünde konuşuyor baban. İlk ağzından çıkan "özür dilerim" oluyor. Diceği herşeyi biliyorum, neden özür dilediğini, neden utandığınıda. Babanın ağzından çıkan, annenin gözlerinden akan o düşünceyi ezbere biliyorum ben. Ne kadar duygusuz, hain ve yoz olduğunuda biliyorum. "yapabilirseniz sadece sevin" diyorum, "değiştirmeye yada düzeltmeye çalışmayın".

Damla seni sevmicekler, onların gözünde hep eksik olucağın için gerçekten bir baban, annen yada sevgilinde olmıcak. Sana kimse aşık olmıcak. Keşke buna engel olabilsem ama yapamam. Belki elli belki daha fazla sene mutsuz olucaksın. Kendisini tam görmek isteyenler senin üzerinden karakterlerinin sağlamasını yapıcaklar. Hayatın boyunca, en azından büyük bölümünde seni sevilebilir hale getirmek için çok uğraşıcaklar ama genede olmıcak.

Anneni yada babanı çok umursamadan veda ederken altı yaşındaki dudaklarından öptüm. Onlar ne kadar çoklarsa ve nelerden utanıyorlarsa ben utanmıyorum artık. Annen geldi arkamdan, kafenin çıkışında yakaladı beni. Burda şimdi sen kulaklarını kapat, duyma. "damla doğduğundan beri ilk defa bi yabancıyla iletişim kurdu, mesleğiniz nedir". Çok kızdım, çok hemde, verdiğim cevap için üzgün diilim, sevginin satın alınabilir olduğunu düşünen kimsenin mutluluk barometresi umrumda diil.

Uzun bi monolog oldu diyelim, annenin ezberi yetmezdi, kendi kendime konuştum biliyorum. O da anlıyor numarası yaptı.

Damla sana umut ediceğin güzel bişiler olduğunu söyleyemem. Zaten söyleyebilsem yüzüne söylerdim ve eminin ailenden daha çok anlayabilirdin beni. Sana yaşatılıcak bu hayat için çok üzgünüm. Pembe yanaklarından öpüyorum.

Serdar

9 Ocak 2012 Pazartesi

insan

hepiniz satılmışsınız, tiksindirici ve aşağılıksınız.

yaşadığınız çevrede temiz hiçbir şey kalmayana dek durmıcaksınız. masumiyet sizin için aşağılanıp üzerine işenen bir köpekten fazlası diil.

basitsiniz, hiç bir boku değerlendiricek zekaya da sahip diilsiniz.

size güzel bir duygu yaklaştığında onu parçalamak, yakmak, yoketmek istiyosunuz. başkalarından, kalbinizi açmaktan, açık vermekten ölesiye korkuyosunuz.

her eyleminizi, yaptığınız güzel şeyleri bile sıradanlaştırıyosunuz, duygusuzlaştırıyosunuz..

önünüze gelenle yatabilir, hep daha iyi telefonlar yada arabalar alabilirsiniz. hayata sonu gelmicek bir oyun gibi bakıp bunu geberene kadar sürdürebilirsiniz. ama gebericeksiniz.

yozlaştırdığınız karakterinizin elinden tutan olmıcak ölürken. kimsenin kalbinde günlük bir sızı dışında varolamıcaksınız. sizler yoksunuz.

herşeyden yoksunsunuz.

allah belanızı versin, gerçekten yaşamaya değer her güzel insanı ölüme götürüyosunuz.

sizler pişman diilsiniz, pişman olamıcak kadar kibirlisiniz. pişman olup yaptıklarınızla yüzleşemicek kadar korkaksınız.

fırsatçısınız, basit zevklerinizi birbirinizi manipüle ederek, açığını kollayarak gidermeyi alışkanlık haline getirmişsiniz.

düşündüğünüzü asla söyleyemeden sadece yalanlarla yaşayabilirsiniz, kendinizi, karşınızdakini kandırabilirsiniz.

size kalbini hiç kapatmamış birinin kalbine tükürebilirsiniz, atmaya devam ederse üstünü toprakla doldurup anılarıyla dalga da geçersiniz.

sizlerden, insan olmaktan iğreniyorum. keşke bir güve yada kelebek olsaydım.

aranızda yaşamaya çalışmaktan bıktım.

ne bedeniniz size ait nede ruhunuz, hepsi paylaşımda, hepsi ortak. siz bir başkasının gözlerine sahipsiniz.

bir başkasının ellerine, bir başkasının dudaklarına. aynada gördüğünüz siz diilsiniz, herkes.

siz kendinizi birey sanan, zamanı gelince kesilicek çam ormanısınız. hepiniz aynı renk aynı boysunuz.

pragmatik bir kavanoz içinde hapissiniz.

sizin hakkınızda bu son konuşmam.

kalbim hala açık, tükürmeye devam edin. sonunda siz kazanırsınız biliyorum.

ama sizler gibi kaybetmekten korktuğum için o kalbi kapatıcak diilim.

13 Kasım 2011 Pazar

dokun..

turuncu çiçekler var etrafımda, hepsi kızarıyor.

çıplak ayaklı bir kız çocuğu çimenlere basarak yürüyor çiçeklere. eğilip koparıyor sıcak güneş altında. kulağının üstüne takıyor, ufak tokasıyla saçlarına sabitliyor çiçeği.

seslerini duyamadığı başakların arasında. doğuştan sağır o. diyorum ki "ses dokunmak gibi". "nasıl" diyor alt dudağını büzüp. avcunun içinde gezdiriyorum işaret parmağımı, hafifçe dokunarak. o başaklara bakıyor gözünü ayırmadan.

"ses" diyor "gıdıklanmak gibi"..

"nasıl tanımlıyorsan doğrusu o" diyorum.

sarı yapraklarıyla büyük bir ağaç tepede yalnız. rüzgarla dökülüyor yaprakları. her biri için üzgün, "yenilerini bu kadar sevemem" diyor.

derin bir çukur kazıp tüm dökülen yaprakları koyuyorum içine. ağaca yaslanıp bekliyorum hepsi dökülsün.

tamamen çıplak dallarıyla kalınca "bekleme artık" diyor. son yaprakları da çukura dolduruyorum. ben kürekle her toprak atışımda çukura ağaç kuruyor, dalları çatlıyor.

"yaşlanmak bu, kendini üzme" diyor çatlaklarından mürekkep akarken.

kız tepeye yaklaşıyor, daha büyük şimdi, kulağının üstede ki çiçek kurumuş. yerinden çıkarıp yaprakların üstündeki toprağa bırakıyor.

ben tepeden inerken mürekkep çıplak ayaklarından yukarı dolanıyor bir yılan gibi. boynunda son bir tur atıp kulağından içeri giriyor.

gıdıklanıyor gibi.

dünya binlerce kat hızlı dönüyor, bulutlar birer iz gibi gökyüzünde geçerken. göz kırpmak kadar hızlı bir gece, bir gündüz oluyor.

ağaçta, bende yanıyoruz.

başakların arasından geçerken arkamda yanan bir yol bırakıyorum. bir süre sonra yanan toprağın üstünde başaklar filizleniyor.

ortasında bir kız çocuğu oturuyor. diyorum ki "görmek de duymak gibi".. avcunun içinde parmağımı gezdirken "şimdi dinle dünyayı" diyorum.. gülüyor.

görmekte gıdıklanmak gibi.



17 Ekim 2011 Pazartesi

bulutlar

sabit dur
üstünden aksın
grinin tonları
birsürü pamuk
sıcak tarlalarda
elini kessin
bastığın toprak
çatlasın
damlalar alnına
çarpsın
bölünsünler
ayrılsınlar
gözeneklerine
yapışsınlar
em onları
kendine kat
bırak aksın
korkma
güneş vursun
içinde ki su
buhar olsun
zerreler
her biri
ayrı
parlasın
birleşsin
tek damla önce
sonra bir bulut
griden daha açık
bembeyaz
tek bulut
senin üstünde
sabit dursun
kapalı gözlerinden akan yaş
toprağa vursun
yaşla beraber
gözlerin de aksın
beynin de
ellerin de
benlerin de

hepsi üstüme yazılsın


serdar



Hector Thunderstorm Project from Murray Fredericks on Vimeo.

8 Eylül 2011 Perşembe

8,452054794520548 yıl

17 
03
03

22
27
30

16
22

10
11

07
08

09
28
22

30
24

60
66

66
72

0
1
2

615
410
+44
+90

yeşil
sarı
kahverengi
sarı





29 Ağustos 2011 Pazartesi

malibu, fenerbahçe, kırık parmak..




malibu ayran yapma, iğrenç oluyor.. zamanında bacardi ayran yapmışlığımız vardı, oda iğrençti..

geçen gün öyle denk geldi..

polis baskısıyla iki ay geçti, özellikle son bir ay.. çocukça bulduğum, enerjim olmadığı için bırakmıştım fenerbahçe'yi.. bırakmış halim bile çok seviyordu ama..

neyse iki ay oldu.. saolsun çevikti, emniyetti artık adımı suratımı ezberledi.. arayıp tehdit etmeleride rahatsız etmiyor çok.. birilerinin çıkıp herkes dağılmışken savunması gerekiyordu kulübü.. birilerine güç vermesi, ayakta durması için desteklemesi gerekiyordu.. elimden gelenin onlarca katıydı desteğim..

etrafımda birileri korkup kaçtı, ben yapamazdım..

en son dün caddenin sağından biz, bikaç bin çevik kubvvette solundan şaşkınbakkala yürüdük..

polis beni o kadar kişi arasında almak istedi, gözaltına almak, dövmek, belki bişileri örgütlediğim için tutuklamak.. artık onların hayal gücü nereye kadar gidiyorsa..

insanlar vermediler ama beni.. bırakmadılar.. onlarca polisin tacizi altında kaçıp gitmedim bende, yürümeye devam ettim.. onlar kameralarla çektiler beni uzaktan, fotoğrafladılar.. el salladım her birine..

amacım ligler başlayana, taraftarlar tekrar bir araya gelene kadar bu boş dönemde hareketi kaybetmemekti..

şimdi ilerde pişman olucağım bir "keşke"m daha yok hayatta.. artık diğerleri burdan alıp yürürler.. hatırlanmak gibi kaygım olmadı hiç.. bu benim meselemdi, benim pişmanlık kredimin olmamasındandı.. ama bu noktada bırakmam gerek, tutuklansam ve sicilime işlese almaz beni krallık.. bırakmam gereken nokta bu..

şimdi filmime, kitabıma dönebilirim.. hoş filmi tamamen boşlamamıştım zaten..

yas'ın dünya güzeli bi fotosunu gördüm.. çok güzel olmuş..

sağ elimin serçe parmağı kırılmıştı, öyle garip kaynadı ki, dışardan anlaşılmıyor ama hafif şişik kaldı eklemlerinden biri, kıvırırken acıyor hala.. bu parmakta hayatım boyunca köpeği hatırlatıcak bana.. bide yasın bir gün önce benimle iletişim kurmasını..

köpeği verdiğim kızı aradım bugün, iyi olup olmadığını falan sordum.. kız ufak daha üni. 2. sınıf en fazla.. faceden ekle beni konuşuruz arada dedi.. gerçekten köpek için aradığıma inanmadı, onunla konuşmak istediğimi sandı.. normal aslında.. insanlar seneler süren aşklarını unutuyor, ben benimle bir hafta kalan köpeği çoktan unutmalıydım..

çocuk oyunu tadında bişi diil hakettiğimiz.. aptallaştırmak sadece canımızı acıtıyor..




*(özledim)

18 Ağustos 2011 Perşembe

1000. yaşgününde ağaç olmak..



kafamda üst üste kaç şey var. kaç şeyi düşünüyorum, hangi kurgu gerçek. neyi, ne zaman, neden düşündüğümü kaç kere soruyorum kendime.

parmaklarım uzun, tenim beyaz.
on dakika güneşte kızarıyor omuzlarım. zorunlu bir sevgi mi benim güneş kremiyle aramdaki..

parmaklarım uzun, tenim kahverengi.
on dakika güneşte kızarıyor meyvelerim. zorunlu bir sevgi mi benim güneş ışınlarıyla aramdaki..

derinin altında ne var gerçekte.

karıncalar yürüyor üstümde.

***rüyamda gülüyorum hep, kahkaha fonda.
aniden kesiliyor sonra. sadece ağaçların arasındayım bazen, bazen yanıyorlar. sonunda rüzgar esiyor sıcak.
beynimden asla dışarı taşmıyor düşündüklerim. içerde tutuyorum onları. çitin arkasından bana bakıyorlar. toprak kuru, çatlak. çime çıplak ayaklarımı basıyorum.
avuçlarımdan gökyüzüne yağıyor yağmur.


***(bölüm tersten de okunabilir)


5 Ağustos 2011 Cuma

jack russell

İki sene..

Her şeyi anlatmam mümkün diil.. ama şu an aklımda olanları seninle paylaşmalıyım yas..

Sana ilk aşık olduğum an.. o an çok korkmuştum.. daha ilk saniyede kaybederim diye korkmuştum..

Kitap yazdığımı biliyosun, neden hala çıkmadığını sormuşsundur kendine.. çünkü yas bu tam olarak benim elimde diil.. o kitabı çıkardığımda bu artık senin de meselen olucak, yanlış anlama kötü bişi yok içinde.. ama insanlar merak edicek.. kime yazıldı dicekler, bir aşkı bağırıyor çünkü, dünyanın tüm aşklarını savunuyor.. bazen de kronikleşmiş yargılara saldırıyor.. bazen gerçekten acımasız oluyor.. kitap yazmak gerçekten anlatılır bişi diil.. bi yerden sonra senden zeki olmaya başlıyor, seni aşağılıyor, küçültüyor, sen ayağa kalkıp savaşıyorsun tekrar, beyninin potansiyelini arttırabildiğin kadar arttırıyorsun.. aynı anda on yerde, on ayrı zamanda, on ayrı hayali buluşturuyor kafan..

Geçen sene ağustostu, bi gece, garip bi olaydan sonra yazmaya başladım.. o an tercih yapmam gerekiyodu, burada bi hayat kurabilir ve seni sonsuza kadar kaybedebilirdim.. sen daha o zaman orda dört sene daha kalıcağını bilmiyordun belki.. ben biliyordum..

İngiltere’ye gelmeyi düşündüm, para falanda buldum ama mesele bu dildi.. üç ayda dilini öğrenicek olsamda o asla benim orijinal dilim olmıcaktı.. bu yüzden orda oyunculuk yapamazdım, İngilizce roman da yazamazdım.. o halde yas orda bi hayat yaşarken benim burdan para kazanıyor olmam gerekiyordu..

Burda, yada dünyanın herhangi biyerinde beni rahat ettiricek formülü buldum sonra.. delice ama böyle durumlarda yöntem en zoru aramak oluyo benim için hep.. bi kitap yazıcaktım, öyle bi kitap olmalıydı ki, bana ödüllerle beraber devamlı para da getirmeliydi.. ki böylece ben bi diğer kitabımı yazarken ingiltere’de seninle olabilir, bi tavukçuda çalışmazdım..

Neyse, yazdım ama editörleri, yayın evlerini oyaladım.. içime sinmedi diye yayın evinden geri aldım.. çünkü bu benim planımdı, geldiğimde ya beni gördüğüne sevinmeseydin, ya beni özlememiş olsaydın.. artık kitabı geri de alamazdım, bir kere yayılmış olucaktı ve hayatım boyunca savunmak zorunda kalıcağım bir kitabı bir dakika daha savunucak enerjim kalmıcaktı.. her şey boşalıcak, üstüme çökücekti.. senin onayın gerekiyordu..

Sonra buna geri döneriz..

aileni görmeyi bıraktım.. sevmeyi bırakmadım ama.. seninkiler skype’den seninle konuşuyolardı, 2009’un kasımı, benim de orda olduğumu söylediler, sesin düştü, üzüldüğünü hissetim.. bir kere daha gittim sonra, sadece ayak üstü babanla konuştum biraz, hediyelerimi verdim kaan’a sana getirsin diye.. anahtarını vermedim, hala anahtarlığıma takılı..

iki ayda bir, tam net diil süresi ama bostancı sahiline gidiyorum.. dönüşte hembak’a uğrayıp mantı alıyorum.. kızarmış mantı yapmak için.. sanırım 1.5 sene önce, mantı kalmamış, hembak’ın ortasında ağlamaya başladım.. garip işte hatırladığım çilekli kefire baktığım.. kefir ne hala bilmiyorum bu arada..

sahilde belki baban sasha’yı gezdiriyodur diye geçiriyorum aklımdan her seferinde, belki sasha’yı görürüm.. hiç denk gelmedi.. son dört – beş aydır gitmiyordum.. geçen hafta sen istanbuldayken bi gece gittim (tahminen son gecen).. gerçekten ne amaçladığımı bilmiyorum.. sahilden sizin eve baktım.. çok diil, 3. sınıf Amerikan filmi kötü adamı dilim, 15 dakka kaldım sadece sahilde, ayrıldım sonra..

bu gelişinde konuşuruz diye ummuştum, bodruma gittiğini öğrenince önce kızdım, sonra sandığım gibi olmadı, anılarım falan canlanmadı, o tatili hak etmiştin, mutlu olduğunu hissettim, mutlu oldum.. belki geçen yaz olsa öfkeden delirebilirdim.. sonunda aştığımı görmek rahatlattı beni.. farkında dilmişim sadece..

bikaç klip çektim, reklam yazdım.. ama bunlar sadece yazmaya kaynak olsun diyeydi.. yazmak sanıldığından pahalı bi aksiyon.. şekli tribi bitmiyo..

kalıcı ve iyi işler teklif edildi, hepsini geri çevirdim, çünkü benim hayalimle ortak diillerdi.. burda yaptığım her şey lokal kalıcak, en fazla para biriktirmemi sağlıcaktı.. ki sadece birikmiş parayla oraya gelemezdim, sonu gene tavukçu olurdu, burda ki titrim ‘kreatif direktör’ olsa da orda anlamı olmıcaktı.. anlamı olsa bile reklamcı olmayı kendime yakıştırmıyorum, bilerek ve isteyerek “kötü” olamam ben.. bunu zaten biliyosun..

ilk sene gerçekten kendimi kaybedip birilerini öldürebilirdim, ne kadar öfkeli olduğumu tahmin edemezsin, yada edebilirsin.. ama yapmadım.. onları koruyan sen, Cansu yada bi başkası dildi.. onları kendimden koruyan bendim.. ne kadar delirmiş olursam oliyim kendimi manipüle edebiliyordum hala.. en sonunda işe yaradı.. şimdi geriye bakınca komik geliyo.. kızma sakın ama bi insanın yaşayabiliceği en büyük mutsuzluğu yaşadım.. özellikle duygularını saklamayan, onlarla gurur duyan bi adam olarak dünya bana artık “utanmam” gerektiğini söyledi.. bu üzüntüyü, bu mutsuzluğu içime atmam, onu yenmem, kimseyle paylaşmamam gerekiyodu..

Beril’i istemeye gitmişsiniz, fotoğraflara bakarken içimden “orda olmalıydım” geçti.. “kızımızda pek güzel” demek istedim.. o cümle bensiz de kurulmuştur biliyorum ama ben kurmak isterdim.. beril’in üzgün, ağladığı gün geldi aklıma.. onun için de mutlu oldum..

yazma sebebim bunlardan fazlası ama..

10 temmuz’da Fenerbahçe için yürüdüm, ikinci aşkım için.. köprü yolunda yüz bin kişiydik.. en önlerdeydim..

Hayatın benden bunu da çalmasına göz yumamazdım.. sessiz kalamazdım.. altunizade’ye gelirken çevik kuvvet önümüzü kesti, aramızda en fazla 20 metre kalmıştı, koşmaya başladık üstlerine.. onlarda portakal bombalarını ateşlemeye başladılar.. biber gazıyla göz yaşartıcı gaz karışımı iğrenç bişi.. bombalar üstümüze gelirken ilk düşündüğüm astım tedavimi yapan doktorumdu, çünkü daha bir ay önce aynı gazdan bi astımlı ölmüştü karadenizde, bi başka gösteride.. herkes kaçıştı.. bora bikaç metre arkamdaydı, ona “git” diye bağırdım.. onlarca gazın ortasında yalnız kaldım sonra, yarım adım atmadım geriye, yürümeye devam etmeye çalıştım, bikaç adım sonra gözüm karardı, heryerim yanmaya başladı,

O an savunduğum Fenerbahçe dildi, bendim, sendin.. gitmicektim..

on saniye kadar sonra ciğerim iflas etti, nefessiz kaldım, burnumdan kan gelmeye başladı.. bu arada kaçmadığımı gören çevik kuvvet üstüme sıkmaya başladı yeni bombalarını, sağ kulağımın bi karış yanından geçti biri, dumandan 20 santim önünü bile göremiyorsun, kafamı bulsa şimdi yoktum.. dizlerimin üstüne çöktüm, kaçmadım.. her gözeneğime işledi gaz, her yerim yanmaya başladı, ateşin içindeymişsin gibi..

Tam o sırada yas bişi oldu, beynim mutlu bir anı bulmaya çalıştı tahminen, savunmaya geçti.. önce koku değişti, acı gitti.. fırından yeni çıkmış apple pie yas, duyduğum koku bu, sırtın bana dönük, tezgahta dilimlere ayırıyorsun.. bunu ne kadar hayal etti beynim bilmiyorum.. “şimdi diil” dediğimi hatırlıyorum içimden, şimdi burda bitmemeli.. ağzımdan adın çıktı, gözümü açtım, nefes aldım zorla, ayağa kalkıp sağıma döndüm, uzakta Fenerbahçeliler var, solumda çevik kuvvet bana koşmaya başlamıştı, adım atamıyodum.. fenerliler beni gördü, onlarcası bana doğru öyle koştular ki yas görmen lazımdı.. çevik kuvvetten önce yetiştiler, kollarımın altına girip beni götürdüler.. on dakika sonra kendime geldiğimde, telefonu çıkardım, fotoğrafını bulup baktım..

Hayat devam ediyo, belki sensiz de etmeye devam edicek.. ama ben bunu asla istemiyorum..

Cansu temmuz’un sonunu beklemeden kaçtı yas.. o gün burda olmak istemedi.. ne diyebilirsin ona, kızabilir misin.. yüzleşemedi artisliği yapabilir misin.. onu artık seven biri var, umut’un gözlerinden anlıyorsun bunu ama kolay mı kaldırmak bunu.. bi zamanlar aşık olduğun, belki hala aşık olduğun ama başkasıyla evlenen bi adam.. kendimi yerine koydum.. daha iki gün önce evlendi o adam.. kim bilir neler yarım kaldı.. bi aşkın ölümü, hem de sadece biri gelicekten korktu diye.. bu Cansu’nun hak ettiği diildi.. o adam mücadele etmeden kaçtı.. ben mücadele etmek istedim ama engellendi.. bana daha baştan “yapamazsın” dedin.. başaramazsın.. o an çok zayıftım, belki dağılmıştım ve belki gerçekten başaramazdım.. ama en azından denerdim.. hayata dair içimde kalan her şey bir anda yokoldu, kimseyi duymuyodum, yemek yemeyi bıraktım.. 52 kiloya düştüm yas.. yaşamak istemedim.. ama senden vazgeçmedim.. bedenim her yediğimi dışarı attı, ben inatla yemeye çalıştım.. beynimle bedenim iki ayrı ruh gibiydi.. birbirlerini dinlemediler.. 52 kilo yas, hala inanamıyorum.. işte o noktada kitaba başladım.. şimdi 60 kiloyum, hala 7-8 kilo az ama o kiloları geri almam bikaç ay artık..

Bir karar verdin, dedin ki senin söylediklerini başarıcak gücün yok, o yüzden bitti.. fark etmedin yas bunları aşıcak gücü olmadığına inandığın adamı bundan çok daha zoruyla, onu öldürebilicek bi yıkımla baş başa bıraktığındı.. ve bunu başarıcağıma inandın.. “serdar bu 1 birimi aşabiliceğine inanmıyorum ama şimdi seni 100 birimle baş başa bırakıyorum ve inanıyorum başarıcaksın”..

Doğum gününde aradığımda bunu söylicektim, sonra vazgeçtim, sen fark et diye bekledim..

Cansu senin arkadaşın biliyorum, ona “sen evlendiğinde hangimiz gelicez” demişsin.. beni kastederek.. ben de “yas gelir” dedim artislik yapıp.. ama öyle diil, gerçek bu diil.. gerçek “beraber geliriz”.. belki senden önce biz evleniriz.. hem ben cansu’yu artık senin arkadaşın olduğu için sevmiyorum, burda belki öyleydi ama bu iki senede o benim de arkadaşım oldu, ona sarıldığımda evet biraz seni hissediyorum, bikaç saniye, sonra ona sarılmaya devam ediyorum ama.. onun da mutlu olmasını çok istiyorum, kendim kadar çok..

Ben seninle olmak istiyorum, ayaklarına masaj yapmak, uyurken öpmek istiyorum.. (bu arada tekrar gülmek, eğlenmek gibi aksiyonları zorda olsa geri kazandım, gülerken daha ben gibiyim, daha serdar gibi hissediyorum)

Bu yazı bir seçim yazısı yas.. seçimler hakkında fikrimi biliyosun, insanların önüne konan şıklar sadece..

Bu onlardan diil.. bu gerçek bi seçim, sen bunu hakediyosun..

ben kızımız olsun istiyorum, belki üç, belki beş sene sonra ama istiyorum.. ben seninle olmak istiyorum..

tercihlerimi daha fazla geciktiremem.. devam etmem gerek.. kitabı çıkarmama izin vermezsen aklımdaki başka planlara geçicem..

ama bana izin ver, hayatım boyunca bunu denememiş, başaramamış olmak istemiyorum.. bana izin ver..

iki sene önce bıraktığın adam belki yapamazdı, belki zayıftı, belki fazla küçük düşürülmüş, kırılmıştı.. ama bu aynı adam diil, şimdi yapabilirim, kırılgan diilim, ne istediğimi, ne kadar istediğimi, bunun için yapabiliceklerimi biliyorum.. değiştim evet ama seni seven kısmın diil değişen, onun yerinden kıpırdaması mümkün diil.. sen de değiştin biliyorum, ama beni seven, özleyen parçan diil o değişen..

o kadar kolay olmıcak, hemen yarın aynı ülkede, aynı yatakta uyanmıcaz.. hatta ben oraya gelince bile aynı şehirde olmıcaz, belki futbol takımının renklerinden, belki deniz kıyısı olduğu için portsmouth istediğim şehir.. aynı zaman da gelip orda kurduğun hayatı parçalamak, ona zarar vermek istemiyorum.. varlığım göz ardı edilebilir diil, biliyosun.. ama bir tren mesafesi, bir saatlik uzaklık 3115 km’den iyidir.. en azından ilk altı ay..

tabi gene sen bana gel ben sana geliyim, ayda bir, bir hafta beraber olmayalım demek değil bu.. yada senin de görmediğin şehirleri gezelim, o garip şehirlerin garip otellerinde şarap içelim, ve elbette o otelde dışarıda yağmur yağarken şömine yanıyor olsun..

yüzüne bakamıyorken telefonla konuşmak istemiyorum, sesini çok özledim ama gelip o an öpemiceksem konuşmak istemiyorum..

“seni seviyorum” demek istiyorum yüzüne ama tekrar nasıl söyliceğimi bilemiyorum.. şimdi çok zormuş gibi görünüyo ama gerçekte çok kolay olucak biliyorum..

Hemen önümüzde ki ayda gelebilirim ama 6-8 ay sonra tekrar ayrılmak, türlü basit sıkıntılar yaşamak, seni tekrar kaybetmek istemiyorum..

Bu yüzden yas, izin ver geliceğimiz için mücadele ediyim, kazanıp geliyim.. ve sonsuza kadar mutlu olsun aşıklar..

İki sene bekledik, sekiz ay daha bekleyelim ve bu garip trajedi son bulsun..

O halde artık sorunun zamanı geldi, aklımda daha çok şey var ama bunlar yeterli..

Sorunun kendisine gerek yok, ne sorduğum belli..

(bu gece parkta basket oynarken parmağımı kırdım, ondan yarım saat sonrada üç aylık sahipsiz bi jack russell buldum.. senin bana mesaj attığın günün gecesinde kucağımda jack russell’a bu son satırları yazmam nasıl bir tesadüf, nasıl bir karma anlayamıyorum)

Hayatımın aşkısın...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

birkaç gün içinde..

buraya bir yazı girilicek.. aynı gün saatler sonra bu blogla birlikte silinicek..