29 Ağustos 2011 Pazartesi

malibu, fenerbahçe, kırık parmak..




malibu ayran yapma, iğrenç oluyor.. zamanında bacardi ayran yapmışlığımız vardı, oda iğrençti..

geçen gün öyle denk geldi..

polis baskısıyla iki ay geçti, özellikle son bir ay.. çocukça bulduğum, enerjim olmadığı için bırakmıştım fenerbahçe'yi.. bırakmış halim bile çok seviyordu ama..

neyse iki ay oldu.. saolsun çevikti, emniyetti artık adımı suratımı ezberledi.. arayıp tehdit etmeleride rahatsız etmiyor çok.. birilerinin çıkıp herkes dağılmışken savunması gerekiyordu kulübü.. birilerine güç vermesi, ayakta durması için desteklemesi gerekiyordu.. elimden gelenin onlarca katıydı desteğim..

etrafımda birileri korkup kaçtı, ben yapamazdım..

en son dün caddenin sağından biz, bikaç bin çevik kubvvette solundan şaşkınbakkala yürüdük..

polis beni o kadar kişi arasında almak istedi, gözaltına almak, dövmek, belki bişileri örgütlediğim için tutuklamak.. artık onların hayal gücü nereye kadar gidiyorsa..

insanlar vermediler ama beni.. bırakmadılar.. onlarca polisin tacizi altında kaçıp gitmedim bende, yürümeye devam ettim.. onlar kameralarla çektiler beni uzaktan, fotoğrafladılar.. el salladım her birine..

amacım ligler başlayana, taraftarlar tekrar bir araya gelene kadar bu boş dönemde hareketi kaybetmemekti..

şimdi ilerde pişman olucağım bir "keşke"m daha yok hayatta.. artık diğerleri burdan alıp yürürler.. hatırlanmak gibi kaygım olmadı hiç.. bu benim meselemdi, benim pişmanlık kredimin olmamasındandı.. ama bu noktada bırakmam gerek, tutuklansam ve sicilime işlese almaz beni krallık.. bırakmam gereken nokta bu..

şimdi filmime, kitabıma dönebilirim.. hoş filmi tamamen boşlamamıştım zaten..

yas'ın dünya güzeli bi fotosunu gördüm.. çok güzel olmuş..

sağ elimin serçe parmağı kırılmıştı, öyle garip kaynadı ki, dışardan anlaşılmıyor ama hafif şişik kaldı eklemlerinden biri, kıvırırken acıyor hala.. bu parmakta hayatım boyunca köpeği hatırlatıcak bana.. bide yasın bir gün önce benimle iletişim kurmasını..

köpeği verdiğim kızı aradım bugün, iyi olup olmadığını falan sordum.. kız ufak daha üni. 2. sınıf en fazla.. faceden ekle beni konuşuruz arada dedi.. gerçekten köpek için aradığıma inanmadı, onunla konuşmak istediğimi sandı.. normal aslında.. insanlar seneler süren aşklarını unutuyor, ben benimle bir hafta kalan köpeği çoktan unutmalıydım..

çocuk oyunu tadında bişi diil hakettiğimiz.. aptallaştırmak sadece canımızı acıtıyor..




*(özledim)

18 Ağustos 2011 Perşembe

1000. yaşgününde ağaç olmak..



kafamda üst üste kaç şey var. kaç şeyi düşünüyorum, hangi kurgu gerçek. neyi, ne zaman, neden düşündüğümü kaç kere soruyorum kendime.

parmaklarım uzun, tenim beyaz.
on dakika güneşte kızarıyor omuzlarım. zorunlu bir sevgi mi benim güneş kremiyle aramdaki..

parmaklarım uzun, tenim kahverengi.
on dakika güneşte kızarıyor meyvelerim. zorunlu bir sevgi mi benim güneş ışınlarıyla aramdaki..

derinin altında ne var gerçekte.

karıncalar yürüyor üstümde.

***rüyamda gülüyorum hep, kahkaha fonda.
aniden kesiliyor sonra. sadece ağaçların arasındayım bazen, bazen yanıyorlar. sonunda rüzgar esiyor sıcak.
beynimden asla dışarı taşmıyor düşündüklerim. içerde tutuyorum onları. çitin arkasından bana bakıyorlar. toprak kuru, çatlak. çime çıplak ayaklarımı basıyorum.
avuçlarımdan gökyüzüne yağıyor yağmur.


***(bölüm tersten de okunabilir)


5 Ağustos 2011 Cuma

jack russell

İki sene..

Her şeyi anlatmam mümkün diil.. ama şu an aklımda olanları seninle paylaşmalıyım yas..

Sana ilk aşık olduğum an.. o an çok korkmuştum.. daha ilk saniyede kaybederim diye korkmuştum..

Kitap yazdığımı biliyosun, neden hala çıkmadığını sormuşsundur kendine.. çünkü yas bu tam olarak benim elimde diil.. o kitabı çıkardığımda bu artık senin de meselen olucak, yanlış anlama kötü bişi yok içinde.. ama insanlar merak edicek.. kime yazıldı dicekler, bir aşkı bağırıyor çünkü, dünyanın tüm aşklarını savunuyor.. bazen de kronikleşmiş yargılara saldırıyor.. bazen gerçekten acımasız oluyor.. kitap yazmak gerçekten anlatılır bişi diil.. bi yerden sonra senden zeki olmaya başlıyor, seni aşağılıyor, küçültüyor, sen ayağa kalkıp savaşıyorsun tekrar, beyninin potansiyelini arttırabildiğin kadar arttırıyorsun.. aynı anda on yerde, on ayrı zamanda, on ayrı hayali buluşturuyor kafan..

Geçen sene ağustostu, bi gece, garip bi olaydan sonra yazmaya başladım.. o an tercih yapmam gerekiyodu, burada bi hayat kurabilir ve seni sonsuza kadar kaybedebilirdim.. sen daha o zaman orda dört sene daha kalıcağını bilmiyordun belki.. ben biliyordum..

İngiltere’ye gelmeyi düşündüm, para falanda buldum ama mesele bu dildi.. üç ayda dilini öğrenicek olsamda o asla benim orijinal dilim olmıcaktı.. bu yüzden orda oyunculuk yapamazdım, İngilizce roman da yazamazdım.. o halde yas orda bi hayat yaşarken benim burdan para kazanıyor olmam gerekiyordu..

Burda, yada dünyanın herhangi biyerinde beni rahat ettiricek formülü buldum sonra.. delice ama böyle durumlarda yöntem en zoru aramak oluyo benim için hep.. bi kitap yazıcaktım, öyle bi kitap olmalıydı ki, bana ödüllerle beraber devamlı para da getirmeliydi.. ki böylece ben bi diğer kitabımı yazarken ingiltere’de seninle olabilir, bi tavukçuda çalışmazdım..

Neyse, yazdım ama editörleri, yayın evlerini oyaladım.. içime sinmedi diye yayın evinden geri aldım.. çünkü bu benim planımdı, geldiğimde ya beni gördüğüne sevinmeseydin, ya beni özlememiş olsaydın.. artık kitabı geri de alamazdım, bir kere yayılmış olucaktı ve hayatım boyunca savunmak zorunda kalıcağım bir kitabı bir dakika daha savunucak enerjim kalmıcaktı.. her şey boşalıcak, üstüme çökücekti.. senin onayın gerekiyordu..

Sonra buna geri döneriz..

aileni görmeyi bıraktım.. sevmeyi bırakmadım ama.. seninkiler skype’den seninle konuşuyolardı, 2009’un kasımı, benim de orda olduğumu söylediler, sesin düştü, üzüldüğünü hissetim.. bir kere daha gittim sonra, sadece ayak üstü babanla konuştum biraz, hediyelerimi verdim kaan’a sana getirsin diye.. anahtarını vermedim, hala anahtarlığıma takılı..

iki ayda bir, tam net diil süresi ama bostancı sahiline gidiyorum.. dönüşte hembak’a uğrayıp mantı alıyorum.. kızarmış mantı yapmak için.. sanırım 1.5 sene önce, mantı kalmamış, hembak’ın ortasında ağlamaya başladım.. garip işte hatırladığım çilekli kefire baktığım.. kefir ne hala bilmiyorum bu arada..

sahilde belki baban sasha’yı gezdiriyodur diye geçiriyorum aklımdan her seferinde, belki sasha’yı görürüm.. hiç denk gelmedi.. son dört – beş aydır gitmiyordum.. geçen hafta sen istanbuldayken bi gece gittim (tahminen son gecen).. gerçekten ne amaçladığımı bilmiyorum.. sahilden sizin eve baktım.. çok diil, 3. sınıf Amerikan filmi kötü adamı dilim, 15 dakka kaldım sadece sahilde, ayrıldım sonra..

bu gelişinde konuşuruz diye ummuştum, bodruma gittiğini öğrenince önce kızdım, sonra sandığım gibi olmadı, anılarım falan canlanmadı, o tatili hak etmiştin, mutlu olduğunu hissettim, mutlu oldum.. belki geçen yaz olsa öfkeden delirebilirdim.. sonunda aştığımı görmek rahatlattı beni.. farkında dilmişim sadece..

bikaç klip çektim, reklam yazdım.. ama bunlar sadece yazmaya kaynak olsun diyeydi.. yazmak sanıldığından pahalı bi aksiyon.. şekli tribi bitmiyo..

kalıcı ve iyi işler teklif edildi, hepsini geri çevirdim, çünkü benim hayalimle ortak diillerdi.. burda yaptığım her şey lokal kalıcak, en fazla para biriktirmemi sağlıcaktı.. ki sadece birikmiş parayla oraya gelemezdim, sonu gene tavukçu olurdu, burda ki titrim ‘kreatif direktör’ olsa da orda anlamı olmıcaktı.. anlamı olsa bile reklamcı olmayı kendime yakıştırmıyorum, bilerek ve isteyerek “kötü” olamam ben.. bunu zaten biliyosun..

ilk sene gerçekten kendimi kaybedip birilerini öldürebilirdim, ne kadar öfkeli olduğumu tahmin edemezsin, yada edebilirsin.. ama yapmadım.. onları koruyan sen, Cansu yada bi başkası dildi.. onları kendimden koruyan bendim.. ne kadar delirmiş olursam oliyim kendimi manipüle edebiliyordum hala.. en sonunda işe yaradı.. şimdi geriye bakınca komik geliyo.. kızma sakın ama bi insanın yaşayabiliceği en büyük mutsuzluğu yaşadım.. özellikle duygularını saklamayan, onlarla gurur duyan bi adam olarak dünya bana artık “utanmam” gerektiğini söyledi.. bu üzüntüyü, bu mutsuzluğu içime atmam, onu yenmem, kimseyle paylaşmamam gerekiyodu..

Beril’i istemeye gitmişsiniz, fotoğraflara bakarken içimden “orda olmalıydım” geçti.. “kızımızda pek güzel” demek istedim.. o cümle bensiz de kurulmuştur biliyorum ama ben kurmak isterdim.. beril’in üzgün, ağladığı gün geldi aklıma.. onun için de mutlu oldum..

yazma sebebim bunlardan fazlası ama..

10 temmuz’da Fenerbahçe için yürüdüm, ikinci aşkım için.. köprü yolunda yüz bin kişiydik.. en önlerdeydim..

Hayatın benden bunu da çalmasına göz yumamazdım.. sessiz kalamazdım.. altunizade’ye gelirken çevik kuvvet önümüzü kesti, aramızda en fazla 20 metre kalmıştı, koşmaya başladık üstlerine.. onlarda portakal bombalarını ateşlemeye başladılar.. biber gazıyla göz yaşartıcı gaz karışımı iğrenç bişi.. bombalar üstümüze gelirken ilk düşündüğüm astım tedavimi yapan doktorumdu, çünkü daha bir ay önce aynı gazdan bi astımlı ölmüştü karadenizde, bi başka gösteride.. herkes kaçıştı.. bora bikaç metre arkamdaydı, ona “git” diye bağırdım.. onlarca gazın ortasında yalnız kaldım sonra, yarım adım atmadım geriye, yürümeye devam etmeye çalıştım, bikaç adım sonra gözüm karardı, heryerim yanmaya başladı,

O an savunduğum Fenerbahçe dildi, bendim, sendin.. gitmicektim..

on saniye kadar sonra ciğerim iflas etti, nefessiz kaldım, burnumdan kan gelmeye başladı.. bu arada kaçmadığımı gören çevik kuvvet üstüme sıkmaya başladı yeni bombalarını, sağ kulağımın bi karış yanından geçti biri, dumandan 20 santim önünü bile göremiyorsun, kafamı bulsa şimdi yoktum.. dizlerimin üstüne çöktüm, kaçmadım.. her gözeneğime işledi gaz, her yerim yanmaya başladı, ateşin içindeymişsin gibi..

Tam o sırada yas bişi oldu, beynim mutlu bir anı bulmaya çalıştı tahminen, savunmaya geçti.. önce koku değişti, acı gitti.. fırından yeni çıkmış apple pie yas, duyduğum koku bu, sırtın bana dönük, tezgahta dilimlere ayırıyorsun.. bunu ne kadar hayal etti beynim bilmiyorum.. “şimdi diil” dediğimi hatırlıyorum içimden, şimdi burda bitmemeli.. ağzımdan adın çıktı, gözümü açtım, nefes aldım zorla, ayağa kalkıp sağıma döndüm, uzakta Fenerbahçeliler var, solumda çevik kuvvet bana koşmaya başlamıştı, adım atamıyodum.. fenerliler beni gördü, onlarcası bana doğru öyle koştular ki yas görmen lazımdı.. çevik kuvvetten önce yetiştiler, kollarımın altına girip beni götürdüler.. on dakika sonra kendime geldiğimde, telefonu çıkardım, fotoğrafını bulup baktım..

Hayat devam ediyo, belki sensiz de etmeye devam edicek.. ama ben bunu asla istemiyorum..

Cansu temmuz’un sonunu beklemeden kaçtı yas.. o gün burda olmak istemedi.. ne diyebilirsin ona, kızabilir misin.. yüzleşemedi artisliği yapabilir misin.. onu artık seven biri var, umut’un gözlerinden anlıyorsun bunu ama kolay mı kaldırmak bunu.. bi zamanlar aşık olduğun, belki hala aşık olduğun ama başkasıyla evlenen bi adam.. kendimi yerine koydum.. daha iki gün önce evlendi o adam.. kim bilir neler yarım kaldı.. bi aşkın ölümü, hem de sadece biri gelicekten korktu diye.. bu Cansu’nun hak ettiği diildi.. o adam mücadele etmeden kaçtı.. ben mücadele etmek istedim ama engellendi.. bana daha baştan “yapamazsın” dedin.. başaramazsın.. o an çok zayıftım, belki dağılmıştım ve belki gerçekten başaramazdım.. ama en azından denerdim.. hayata dair içimde kalan her şey bir anda yokoldu, kimseyi duymuyodum, yemek yemeyi bıraktım.. 52 kiloya düştüm yas.. yaşamak istemedim.. ama senden vazgeçmedim.. bedenim her yediğimi dışarı attı, ben inatla yemeye çalıştım.. beynimle bedenim iki ayrı ruh gibiydi.. birbirlerini dinlemediler.. 52 kilo yas, hala inanamıyorum.. işte o noktada kitaba başladım.. şimdi 60 kiloyum, hala 7-8 kilo az ama o kiloları geri almam bikaç ay artık..

Bir karar verdin, dedin ki senin söylediklerini başarıcak gücün yok, o yüzden bitti.. fark etmedin yas bunları aşıcak gücü olmadığına inandığın adamı bundan çok daha zoruyla, onu öldürebilicek bi yıkımla baş başa bıraktığındı.. ve bunu başarıcağıma inandın.. “serdar bu 1 birimi aşabiliceğine inanmıyorum ama şimdi seni 100 birimle baş başa bırakıyorum ve inanıyorum başarıcaksın”..

Doğum gününde aradığımda bunu söylicektim, sonra vazgeçtim, sen fark et diye bekledim..

Cansu senin arkadaşın biliyorum, ona “sen evlendiğinde hangimiz gelicez” demişsin.. beni kastederek.. ben de “yas gelir” dedim artislik yapıp.. ama öyle diil, gerçek bu diil.. gerçek “beraber geliriz”.. belki senden önce biz evleniriz.. hem ben cansu’yu artık senin arkadaşın olduğu için sevmiyorum, burda belki öyleydi ama bu iki senede o benim de arkadaşım oldu, ona sarıldığımda evet biraz seni hissediyorum, bikaç saniye, sonra ona sarılmaya devam ediyorum ama.. onun da mutlu olmasını çok istiyorum, kendim kadar çok..

Ben seninle olmak istiyorum, ayaklarına masaj yapmak, uyurken öpmek istiyorum.. (bu arada tekrar gülmek, eğlenmek gibi aksiyonları zorda olsa geri kazandım, gülerken daha ben gibiyim, daha serdar gibi hissediyorum)

Bu yazı bir seçim yazısı yas.. seçimler hakkında fikrimi biliyosun, insanların önüne konan şıklar sadece..

Bu onlardan diil.. bu gerçek bi seçim, sen bunu hakediyosun..

ben kızımız olsun istiyorum, belki üç, belki beş sene sonra ama istiyorum.. ben seninle olmak istiyorum..

tercihlerimi daha fazla geciktiremem.. devam etmem gerek.. kitabı çıkarmama izin vermezsen aklımdaki başka planlara geçicem..

ama bana izin ver, hayatım boyunca bunu denememiş, başaramamış olmak istemiyorum.. bana izin ver..

iki sene önce bıraktığın adam belki yapamazdı, belki zayıftı, belki fazla küçük düşürülmüş, kırılmıştı.. ama bu aynı adam diil, şimdi yapabilirim, kırılgan diilim, ne istediğimi, ne kadar istediğimi, bunun için yapabiliceklerimi biliyorum.. değiştim evet ama seni seven kısmın diil değişen, onun yerinden kıpırdaması mümkün diil.. sen de değiştin biliyorum, ama beni seven, özleyen parçan diil o değişen..

o kadar kolay olmıcak, hemen yarın aynı ülkede, aynı yatakta uyanmıcaz.. hatta ben oraya gelince bile aynı şehirde olmıcaz, belki futbol takımının renklerinden, belki deniz kıyısı olduğu için portsmouth istediğim şehir.. aynı zaman da gelip orda kurduğun hayatı parçalamak, ona zarar vermek istemiyorum.. varlığım göz ardı edilebilir diil, biliyosun.. ama bir tren mesafesi, bir saatlik uzaklık 3115 km’den iyidir.. en azından ilk altı ay..

tabi gene sen bana gel ben sana geliyim, ayda bir, bir hafta beraber olmayalım demek değil bu.. yada senin de görmediğin şehirleri gezelim, o garip şehirlerin garip otellerinde şarap içelim, ve elbette o otelde dışarıda yağmur yağarken şömine yanıyor olsun..

yüzüne bakamıyorken telefonla konuşmak istemiyorum, sesini çok özledim ama gelip o an öpemiceksem konuşmak istemiyorum..

“seni seviyorum” demek istiyorum yüzüne ama tekrar nasıl söyliceğimi bilemiyorum.. şimdi çok zormuş gibi görünüyo ama gerçekte çok kolay olucak biliyorum..

Hemen önümüzde ki ayda gelebilirim ama 6-8 ay sonra tekrar ayrılmak, türlü basit sıkıntılar yaşamak, seni tekrar kaybetmek istemiyorum..

Bu yüzden yas, izin ver geliceğimiz için mücadele ediyim, kazanıp geliyim.. ve sonsuza kadar mutlu olsun aşıklar..

İki sene bekledik, sekiz ay daha bekleyelim ve bu garip trajedi son bulsun..

O halde artık sorunun zamanı geldi, aklımda daha çok şey var ama bunlar yeterli..

Sorunun kendisine gerek yok, ne sorduğum belli..

(bu gece parkta basket oynarken parmağımı kırdım, ondan yarım saat sonrada üç aylık sahipsiz bi jack russell buldum.. senin bana mesaj attığın günün gecesinde kucağımda jack russell’a bu son satırları yazmam nasıl bir tesadüf, nasıl bir karma anlayamıyorum)

Hayatımın aşkısın...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

birkaç gün içinde..

buraya bir yazı girilicek.. aynı gün saatler sonra bu blogla birlikte silinicek..