20 Haziran 2012 Çarşamba

güzel bir rüya



 uzun zamandır çok öfkeliydim.. en sonunda geriye gene güzel anılar kalıyor sanırım.. ufak bi dokunuş, bi gülümseme..

ne kadar acı vermiş olsada, ne kadar kötü hatırlamak istesende sarı saçları uyurken burnuna giriyor, dünyanın en huzurlu rahatsızlığı, o an uykudan uyandığın için mutsuz olmuyorsun.. dahada sıkı sarılıyorsun.. o da belki farkediyor, ayaklarını ayaklarına sürüyor..

herhangi bişeye beraber gülerken, el ele tutuşuyosan o an ellerin birbirine mesaj gönderiyor, parmaklar birbirine karışıyor, evet yasemin bende gülüyorum diyor yada evet serdar, bende gülüyorum.. mutluluk çok kolay paylaşılıyor..

hep bişekilde öldüğüm rüyalardan sonra, sonunda güneş altında ıslak çimenler üstünde, çıplak ayaklarla yürürken görüyorum kendimi.. yas çok uzakta oturuyor, sırtı dönük, görüyorum.. saçları rüzgarda dalgalanıyor.. güzelliğin bi bayrağı olsaydı o yas olurdu diye düşünüyorum o sırada.. kolumdaki dövme toprağa akıyor.. çimlerin içinde benden yasa doğru giderken çiçekler açıyor yolda.. o çiçekler benim yarattığım çiçekler mi gerçekte varlar mı bilmiyorum.. büyük beyaz yaprakları var, ortaları pembe.. yas'ın hala sırtı dönük bana.. yanında açan çiçeklerden birine bakıyor dönüp.. yüzünü ilk o zaman görüyorum.. koklamak için eğiliyor, gülümsüyor sonra, gamzelerini görüyorum.. bana dönüp dil çıkarıyor, çocuk gibi.. bende ona çıkarıyorum..

uyanınca noldu şimdi diye düşünüyorum.. tehlike anında beynim camı kırıyor tahminen.. gerçekte kim olduğumu hatırlatıyor.. yas'ın gerçekte kim olduğunu hatırlatıyor..

eminim rüya devam etse pamuk şekerlerimizle lunaparkta olurduk.. kendimize, birbirimize ne söylersek söyleyelim, biz sadece mutluluğu arayan iki güzel çocuğuz..

o hayali çiçekler gerçekten var mı bilmiyorum.. yoksa benzerlerini bulup vericem yas'a..

yüzüne bakıp söylemem gereken bikaç şey var.. sonrasını bilmiyorum.. yeni şehirler, yeni insanlar.. belki o ordaki güzellikleri gösterir, belki ben kendim bulurum..

nolursa olsun yas kalbimde bana bir an, zamanın nerdeyse durduğu bir an dönüp gülen gözleriyle kalıcak..

13 Haziran 2012 Çarşamba

1/7000000000 (yaklaşık)

kayıt 1012 (MCD-SX710 görüntü kaydı dökümü)
kişi : XXXXXX XXXXXXX
(12 haziran)

tepemde güneş, terliyorum.. montumu giyseydim keşke diye düşünüyorum.. ellerim titriyor.. dişlerim birbirine vuruyor.. bişeyin metaforu diil, bildiğin üşüyorum.. damarlarım o kadar şişmişki görsen korkarsın boynumu..

sırtımın ortasına yakın iğne sokuyorlar.. ağlamamak için zor dayanıyorum.. canım çok yanıyor..

bunu haketmedim diyorum kendime.. sonra bunun kaketmeyle alakası yok diyorum.. hiçbişi yok, inançta yok, karma da yok.. bunların hepsi yalan.. insanların birbirlerine verdikleri yükler var, çaldıkları, acıttıkları..

iğne çıkarken yavaşça dişlerimi sıkmışım çok, çenemin iki tarafından bastırıp açıyorlar, tek bi damla sağ gözümde birikmiş ama düşmüyor.. kirpiğime yapışıp kalmış..

bunun haketmekle alakası yok diyorum içimden hep o sırada.. bu ne kadar verebiliceğinle alakalı.. ne kadar ileri gidebiliceğinle..

yarı yolda dönüyorlar genelde, kaçıyorlar.. ben kaçamıyorum.. kaçmayı bilmiyorum.. bunu öğrenmem gerekirdi belki ilk, ben öğrenemedim..

bunun haketmekle alakası yok..

kayıt 1013 (MCD-SX710 görüntü kaydı dökümü)
kişi : XXXXXX XXXXXXX
(13 haziran)

(dört dakikalık sessizlik sonrası XXXXXX çığlık atmaya başlıyor)


                       
 son 1,5 dakika ne acayipmiş..

6 Haziran 2012 Çarşamba

köprü

dün çok sıcaktı.. yüzyılın en sıcak günü haberi yapılmıştır kesin.. karşıya geçiyorum.. köprü yolunda öğlen saati, garip bi trafik var, olmaması gereken cinsten..

anadolu yakasına geçiş tarafında bi çocuk intihar ediyormuş, daha öncede gördüğüm bi an..

dolmuştakiler çocuğun anasına küfrediyor.. sağımda oturan fransız telefon açıyor birine, heyecanla ingilizce intihardan falan bahsediyor, gülüyor, arada "bu türklerin hepsi gerizekalı" cümlesi geçiyor.. katılıyorum ama katılmadığım bu cümlenin "biz daha zekiyiz" altmetinli güzellemesi.. biz salağız güzel kareşim ama ırkçılığa lüzum yok, sende salaksın.. telefonu elinden alıp dolmuşun camından sallıyorum, şoka giriyor.. olur öyle.. fransızca sinirli bişiler söylüyor, şöföre kapıyı açmasını söylüyorum, fransızı suratından itip iniyorum dolmuştan.. fransızda inip telefonunu buluyor arabaların arasında.. diğer tarafa geçip yürüyorum, 50 metre sonra görüyorum çocuğu.. etrafında beş altı tane polis.. "güzel kardeşim in rakı içmeye gidelim, al iki yüz lira, yemeğe gidelim vs." ne kadar aptalca şey varsa söylüyolar.. güneş tepede, yüzümün yandığını hissedebiliyorum..

iki polis beni görünce bana doğru geliyor.. "bırakın konişiyim" diyorum.. profesyonel çağırdık, sen kimsin diyolar.. diyorum ki bu trafikte her kimi çağırdıysanız gelemez, güneş tepede, çocuk intihar etmicekse bile bi anlık gözü kararsa, parmaklıkları bıraksa ölür.. ben alıyorum o riski..

yok diyolar izin veremeyiz, bişi olsa bize girer.. çocuğun 15 metre uzağında oluyor bu konuşma, bi gözüm onda, 23-24 yaşında bi çocuk, kareli, turunculu güzel bi gömlek var üstünde, bana bakıyor.. yakınındaki polislerde benim tarafla ilgilenmeye başlıyor.. beni zorla karşı şeride geçiriyorlar, bi taksiyi durdurup bindirmeye çalışıyorlar.. o an, taksiye binmeden çocuğa doğru bir cümle bağırıyorum.. çok fazla düşünme fırsatım olmuyor, salakça bişi söylüyorum.. şimdi buraya yazmayada utanıyorum.. "mutlu olduğun biyer düşün" diyorum.. polisler kafamı bastırıp taksiye sokuyorlar..

tüm gün ordan oraya koştururken çocuk atladımı diye düşünüyorum.. ölmemiş olsun istiyorum.. nedenini de bilmiyorum.. belki yaşamaması gerek, belki atlatabiliceği bişi diildir her ne yaşadıysa.. ama genede yaşasın istiyorum.. biçok şey çözülür hayatta, en olmıcak dediklerin olur, en imkansızlar başarılır.. ama yaşamazsan başaramazsında.. eksik ve yarım kalır..

birileri yaşamı, ölümü anladıklarını sanıyorlar.. biyolojik yada meta-fizik aıklamalarla dolup taşıyorlar.. bu diil..

ben hala mutlu hayaller kurabiliyorum, gerekleşsin diye mücadele ediyorum.. herşeye rağmen.. bazen çok sinirleniyorum, herşeyi, herkesi, kendimi yokedesim geliyo.. aklımda insanlar ölüyo elimde..

sonra bi an, ufacık bi gülümseme hatırlıyorum, bi koku yada.. yas'ın güzel gözleri duruyo karşımda.. o gün kimse ölmüyo aklımda bidaha..

üzülüyorum, konserlere gidicektim onunla.. şehirleri gezicektim.. şimdi bakıyorum nerelere giderim diye..  heyecan duymak için.. gördüğüm sadece değişik şehir isimleri.. aynı geliyo hepsi.. beş-on binlik bi kasabada, denize yakın bi otelde sevişicektim ben aşkımla.. şömine yanıcaktı, ben arada o demirlerin adı her neyse onunla ateşe odun atıcaktım..

herneyse akşam dönünce haber sitelerini gezdim, aradım.. intiharla ilgili bişi bulamadım.. mutlu oldum.. umarım oda yaşadığı için pişman olmaz.. belki yaşamasına sebep olmuşumdur, belkide varlığım hiçbişi değiştirmedi, o zaten atlamıcaktı, bilemem.. üzerime bi pay almıyorum.. bigün biyerde karşılaşırsam gömleği nerden aldığını sorucam ama..

1 Haziran 2012 Cuma

still worse

hasta olmak bozdu beni..

biyerde sıra bekliyorum, elimde sıra kağıdı var, üzerinde abuk bi numara, beş haneli bide, 99bin kişiye kadar hizmet verebilirler yani, saçma..

çok fazla bey diye hitap edilince karşıdakide aynı sıfata özeniyor heralde, öyle anlıyorum, "hasan bey daha önce izah etmiştim"li cümlemi kurmuyorum ama, bana ait diil ben hasan diyorum düz, hasan en azından sonuna bi abi koysaydın bakışıyla ezikliyor beni.. eziklenmeye bağışıklığım var, saolsunlar, koymuyor o yüzden..

neyse ordan çıktım, bişiler yiyim dedim, cadde karşısında eve hep eksik sipariş getiren sandiviççiyi gördüm. (sandiviç evet, sikerim artık biri ağızdan çıktığı gibi yazsın şunu)

girdim, sipariş verirken dedim böyle böyle sizin eleman post makinasına kağıt koymayı unutmuş, parayı alamadınız, bi haftadır her gün arayıp 25 lira istediğiniz benim.. onuda hesaba ekleyin.. ben sanki bu amcıklara gidip bunu demesem suratımdan çözüceklermiş gibi durumu bide çemkirdiler, çemkirilmeyede bağışıklığım var.. yemeği yedim, yemek dediğim bilmemne peynirli bilmemne sandiviçi, çok şekilli bol koyun peynirli mide bulantısı bişi, koyun peynirine uyuzum var, etinede, galiba komple koyun sevmiyorum.. zaten bi hayvanın hem kendisini yemeyi hemde içinde ürettiği bişeyi tüketmeyi kavrayamadım çok, olmuyor, hep bi rahatsızlk bünyede.. hayvanın iç organlarında biriktirdiği, attığı enzimi ben niye yiyorum..

fotocuya girdim, dedim acil, on dakka sonraya randevum var, bana güzelinden bi biometric çak hacı.. amın oğlu dünyayı kurtarıyo edasıyla bi bilgisayara bakıyo bi bana bakıyo bi makinasına bakıyo, açı önemli diyo bide, açısını siktiğim şekilli vesikalık işte, bana sonunda on cm kare kağıt vericen bende sana 25 lira.. ilişkimiz bu, niye fazladan hava katıyosun..

döndüm kalan evrakı, fotoyuda falan verdim, gel şu gün verelim dediler.. bide hastalığın geçseydi keşke şimdi pasaporttaki fotondan tanımazlar senili bi espri yaptılar.. ben ilk defa duydum komik gelmedi, lan sığır sen aynı espriyi kaç bininciye yapıyosun bide üstüne gülüyosun, beynin yok mu çocuğum senin, ak partili misin, on sene önce gençlik kollarında başladığın siyasi hayatın polis kadrosuna ittirilmenle devam mı ediyo..

kürtaj meselesi var bide, sanırsın ki amerikadayız, wiskonsinin köyündeyiz.. resmen tartışma ithal etti adamlar, bidahaki seçimde cumhuriyetçi rolüyle logolarını filde yapabilirler, ampüllü fil, değişik.. (lan eşek mi fil mi cumhuriyetçilerindi, şu an arada kaldım, ne sikse)

hastalıktan geberiyorum ama vaktimde yok çok, öyle hop serum, hop bi depresyonun dibi, sinir, alkol derken düşünmek için vakit bırakmıyorum kendime..

ama tabi sokak ortası öksürük krizine mütahakip elime gelen canım pıhtıları görünce neşesizleşiyosun.. bi anda.. herşey çok ciddileşiyo, çok gerçek oluyo o zaman.. türk filmi klişesi lağn bu feveranın beynin tarafından çok kısa sürede aşağılanıp yokediliyo..

sonra hafif acıyla karışık ağlamak diilde, sinirle kendine üzülmek arası bi gözlerde dolma, bi beynin içinden ver küfrü ver nefreti halleri..

tam o anda içine döndüğünde, beden beyne "al hacı bizden bu kadar, artık sıra sende, düşünsün ibnenin oğlu" diyerek gazı veriyor..

tamda o anlarda, belki ben nereye bakmam gerektiğini bildiğimden, sıradan herşey bulanıklaşırken, arabaların gürültüsü, insanların çığırması duyulmadığında bi kare, donuk olan herşeyin içinde caddenin karşısında kaldırıma bitişik mazgala takılmış bi pet şişe çırpınıyo gibi görüyorum, onun geçebiliceğinden dar mazgallar, yardım istiyo gibi geliyo.. ona yardım etmem tüm dünyayı kurtarırmış gibi.. karşısındaki kaldırıma oturup izliyorum.. sigara yaktığımda caddenin iki ucunda çırpınan iki pet şişe oluyoruz.. o akan suyla sağa sola çarpıyo, ben öksürüyorum..

şişeye bakarken kötülüğün nedenini çözüyorum, yada çözdüğümü düşünüyorum.. iki aydır soruyorum kendime ve sonunda anlamlı olmaya yakın bi cevap çıkıyor beynimden..

neden yapıldığından çok ne kazandırdığına bakmam gerektiği sinyalini alıyorum şişeden.. soru yanlışmış.. böyle sorunca cevapta basit geliyor, sessizce gelip oturuyor karşıma.. güçlü hissetmek için serdar.. bu kadar.. sonra sağlamasını yaparak ilerliyorum.. kim güçlü hissetmek ister diyorum, gene basitçe cevap veriyor, güçlü olduğuna inanmayan.. lan çok kolaymış bi soru daha soriyim mi, nooğlur diye eteğinden çekiyorum.. bu günlük bu kadar diyor, ters biraz beynim, öyle çok oynamaya gelmiyor..

caddenin karşısına geçip şişeye yakından bakıyorum.. karar vermem lazım, delikten zorla geçirmeli miyim yoksa öyle bırakmalı mıyım.. kararı karşısında otururken zaten verdiğimi farkediyorum..