13 Kasım 2011 Pazar

dokun..

turuncu çiçekler var etrafımda, hepsi kızarıyor.

çıplak ayaklı bir kız çocuğu çimenlere basarak yürüyor çiçeklere. eğilip koparıyor sıcak güneş altında. kulağının üstüne takıyor, ufak tokasıyla saçlarına sabitliyor çiçeği.

seslerini duyamadığı başakların arasında. doğuştan sağır o. diyorum ki "ses dokunmak gibi". "nasıl" diyor alt dudağını büzüp. avcunun içinde gezdiriyorum işaret parmağımı, hafifçe dokunarak. o başaklara bakıyor gözünü ayırmadan.

"ses" diyor "gıdıklanmak gibi"..

"nasıl tanımlıyorsan doğrusu o" diyorum.

sarı yapraklarıyla büyük bir ağaç tepede yalnız. rüzgarla dökülüyor yaprakları. her biri için üzgün, "yenilerini bu kadar sevemem" diyor.

derin bir çukur kazıp tüm dökülen yaprakları koyuyorum içine. ağaca yaslanıp bekliyorum hepsi dökülsün.

tamamen çıplak dallarıyla kalınca "bekleme artık" diyor. son yaprakları da çukura dolduruyorum. ben kürekle her toprak atışımda çukura ağaç kuruyor, dalları çatlıyor.

"yaşlanmak bu, kendini üzme" diyor çatlaklarından mürekkep akarken.

kız tepeye yaklaşıyor, daha büyük şimdi, kulağının üstede ki çiçek kurumuş. yerinden çıkarıp yaprakların üstündeki toprağa bırakıyor.

ben tepeden inerken mürekkep çıplak ayaklarından yukarı dolanıyor bir yılan gibi. boynunda son bir tur atıp kulağından içeri giriyor.

gıdıklanıyor gibi.

dünya binlerce kat hızlı dönüyor, bulutlar birer iz gibi gökyüzünde geçerken. göz kırpmak kadar hızlı bir gece, bir gündüz oluyor.

ağaçta, bende yanıyoruz.

başakların arasından geçerken arkamda yanan bir yol bırakıyorum. bir süre sonra yanan toprağın üstünde başaklar filizleniyor.

ortasında bir kız çocuğu oturuyor. diyorum ki "görmek de duymak gibi".. avcunun içinde parmağımı gezdirken "şimdi dinle dünyayı" diyorum.. gülüyor.

görmekte gıdıklanmak gibi.



17 Ekim 2011 Pazartesi

bulutlar

sabit dur
üstünden aksın
grinin tonları
birsürü pamuk
sıcak tarlalarda
elini kessin
bastığın toprak
çatlasın
damlalar alnına
çarpsın
bölünsünler
ayrılsınlar
gözeneklerine
yapışsınlar
em onları
kendine kat
bırak aksın
korkma
güneş vursun
içinde ki su
buhar olsun
zerreler
her biri
ayrı
parlasın
birleşsin
tek damla önce
sonra bir bulut
griden daha açık
bembeyaz
tek bulut
senin üstünde
sabit dursun
kapalı gözlerinden akan yaş
toprağa vursun
yaşla beraber
gözlerin de aksın
beynin de
ellerin de
benlerin de

hepsi üstüme yazılsın


serdar



Hector Thunderstorm Project from Murray Fredericks on Vimeo.

8 Eylül 2011 Perşembe

8,452054794520548 yıl

17 
03
03

22
27
30

16
22

10
11

07
08

09
28
22

30
24

60
66

66
72

0
1
2

615
410
+44
+90

yeşil
sarı
kahverengi
sarı





29 Ağustos 2011 Pazartesi

malibu, fenerbahçe, kırık parmak..




malibu ayran yapma, iğrenç oluyor.. zamanında bacardi ayran yapmışlığımız vardı, oda iğrençti..

geçen gün öyle denk geldi..

polis baskısıyla iki ay geçti, özellikle son bir ay.. çocukça bulduğum, enerjim olmadığı için bırakmıştım fenerbahçe'yi.. bırakmış halim bile çok seviyordu ama..

neyse iki ay oldu.. saolsun çevikti, emniyetti artık adımı suratımı ezberledi.. arayıp tehdit etmeleride rahatsız etmiyor çok.. birilerinin çıkıp herkes dağılmışken savunması gerekiyordu kulübü.. birilerine güç vermesi, ayakta durması için desteklemesi gerekiyordu.. elimden gelenin onlarca katıydı desteğim..

etrafımda birileri korkup kaçtı, ben yapamazdım..

en son dün caddenin sağından biz, bikaç bin çevik kubvvette solundan şaşkınbakkala yürüdük..

polis beni o kadar kişi arasında almak istedi, gözaltına almak, dövmek, belki bişileri örgütlediğim için tutuklamak.. artık onların hayal gücü nereye kadar gidiyorsa..

insanlar vermediler ama beni.. bırakmadılar.. onlarca polisin tacizi altında kaçıp gitmedim bende, yürümeye devam ettim.. onlar kameralarla çektiler beni uzaktan, fotoğrafladılar.. el salladım her birine..

amacım ligler başlayana, taraftarlar tekrar bir araya gelene kadar bu boş dönemde hareketi kaybetmemekti..

şimdi ilerde pişman olucağım bir "keşke"m daha yok hayatta.. artık diğerleri burdan alıp yürürler.. hatırlanmak gibi kaygım olmadı hiç.. bu benim meselemdi, benim pişmanlık kredimin olmamasındandı.. ama bu noktada bırakmam gerek, tutuklansam ve sicilime işlese almaz beni krallık.. bırakmam gereken nokta bu..

şimdi filmime, kitabıma dönebilirim.. hoş filmi tamamen boşlamamıştım zaten..

yas'ın dünya güzeli bi fotosunu gördüm.. çok güzel olmuş..

sağ elimin serçe parmağı kırılmıştı, öyle garip kaynadı ki, dışardan anlaşılmıyor ama hafif şişik kaldı eklemlerinden biri, kıvırırken acıyor hala.. bu parmakta hayatım boyunca köpeği hatırlatıcak bana.. bide yasın bir gün önce benimle iletişim kurmasını..

köpeği verdiğim kızı aradım bugün, iyi olup olmadığını falan sordum.. kız ufak daha üni. 2. sınıf en fazla.. faceden ekle beni konuşuruz arada dedi.. gerçekten köpek için aradığıma inanmadı, onunla konuşmak istediğimi sandı.. normal aslında.. insanlar seneler süren aşklarını unutuyor, ben benimle bir hafta kalan köpeği çoktan unutmalıydım..

çocuk oyunu tadında bişi diil hakettiğimiz.. aptallaştırmak sadece canımızı acıtıyor..




*(özledim)

18 Ağustos 2011 Perşembe

1000. yaşgününde ağaç olmak..



kafamda üst üste kaç şey var. kaç şeyi düşünüyorum, hangi kurgu gerçek. neyi, ne zaman, neden düşündüğümü kaç kere soruyorum kendime.

parmaklarım uzun, tenim beyaz.
on dakika güneşte kızarıyor omuzlarım. zorunlu bir sevgi mi benim güneş kremiyle aramdaki..

parmaklarım uzun, tenim kahverengi.
on dakika güneşte kızarıyor meyvelerim. zorunlu bir sevgi mi benim güneş ışınlarıyla aramdaki..

derinin altında ne var gerçekte.

karıncalar yürüyor üstümde.

***rüyamda gülüyorum hep, kahkaha fonda.
aniden kesiliyor sonra. sadece ağaçların arasındayım bazen, bazen yanıyorlar. sonunda rüzgar esiyor sıcak.
beynimden asla dışarı taşmıyor düşündüklerim. içerde tutuyorum onları. çitin arkasından bana bakıyorlar. toprak kuru, çatlak. çime çıplak ayaklarımı basıyorum.
avuçlarımdan gökyüzüne yağıyor yağmur.


***(bölüm tersten de okunabilir)


5 Ağustos 2011 Cuma

jack russell

İki sene..

Her şeyi anlatmam mümkün diil.. ama şu an aklımda olanları seninle paylaşmalıyım yas..

Sana ilk aşık olduğum an.. o an çok korkmuştum.. daha ilk saniyede kaybederim diye korkmuştum..

Kitap yazdığımı biliyosun, neden hala çıkmadığını sormuşsundur kendine.. çünkü yas bu tam olarak benim elimde diil.. o kitabı çıkardığımda bu artık senin de meselen olucak, yanlış anlama kötü bişi yok içinde.. ama insanlar merak edicek.. kime yazıldı dicekler, bir aşkı bağırıyor çünkü, dünyanın tüm aşklarını savunuyor.. bazen de kronikleşmiş yargılara saldırıyor.. bazen gerçekten acımasız oluyor.. kitap yazmak gerçekten anlatılır bişi diil.. bi yerden sonra senden zeki olmaya başlıyor, seni aşağılıyor, küçültüyor, sen ayağa kalkıp savaşıyorsun tekrar, beyninin potansiyelini arttırabildiğin kadar arttırıyorsun.. aynı anda on yerde, on ayrı zamanda, on ayrı hayali buluşturuyor kafan..

Geçen sene ağustostu, bi gece, garip bi olaydan sonra yazmaya başladım.. o an tercih yapmam gerekiyodu, burada bi hayat kurabilir ve seni sonsuza kadar kaybedebilirdim.. sen daha o zaman orda dört sene daha kalıcağını bilmiyordun belki.. ben biliyordum..

İngiltere’ye gelmeyi düşündüm, para falanda buldum ama mesele bu dildi.. üç ayda dilini öğrenicek olsamda o asla benim orijinal dilim olmıcaktı.. bu yüzden orda oyunculuk yapamazdım, İngilizce roman da yazamazdım.. o halde yas orda bi hayat yaşarken benim burdan para kazanıyor olmam gerekiyordu..

Burda, yada dünyanın herhangi biyerinde beni rahat ettiricek formülü buldum sonra.. delice ama böyle durumlarda yöntem en zoru aramak oluyo benim için hep.. bi kitap yazıcaktım, öyle bi kitap olmalıydı ki, bana ödüllerle beraber devamlı para da getirmeliydi.. ki böylece ben bi diğer kitabımı yazarken ingiltere’de seninle olabilir, bi tavukçuda çalışmazdım..

Neyse, yazdım ama editörleri, yayın evlerini oyaladım.. içime sinmedi diye yayın evinden geri aldım.. çünkü bu benim planımdı, geldiğimde ya beni gördüğüne sevinmeseydin, ya beni özlememiş olsaydın.. artık kitabı geri de alamazdım, bir kere yayılmış olucaktı ve hayatım boyunca savunmak zorunda kalıcağım bir kitabı bir dakika daha savunucak enerjim kalmıcaktı.. her şey boşalıcak, üstüme çökücekti.. senin onayın gerekiyordu..

Sonra buna geri döneriz..

aileni görmeyi bıraktım.. sevmeyi bırakmadım ama.. seninkiler skype’den seninle konuşuyolardı, 2009’un kasımı, benim de orda olduğumu söylediler, sesin düştü, üzüldüğünü hissetim.. bir kere daha gittim sonra, sadece ayak üstü babanla konuştum biraz, hediyelerimi verdim kaan’a sana getirsin diye.. anahtarını vermedim, hala anahtarlığıma takılı..

iki ayda bir, tam net diil süresi ama bostancı sahiline gidiyorum.. dönüşte hembak’a uğrayıp mantı alıyorum.. kızarmış mantı yapmak için.. sanırım 1.5 sene önce, mantı kalmamış, hembak’ın ortasında ağlamaya başladım.. garip işte hatırladığım çilekli kefire baktığım.. kefir ne hala bilmiyorum bu arada..

sahilde belki baban sasha’yı gezdiriyodur diye geçiriyorum aklımdan her seferinde, belki sasha’yı görürüm.. hiç denk gelmedi.. son dört – beş aydır gitmiyordum.. geçen hafta sen istanbuldayken bi gece gittim (tahminen son gecen).. gerçekten ne amaçladığımı bilmiyorum.. sahilden sizin eve baktım.. çok diil, 3. sınıf Amerikan filmi kötü adamı dilim, 15 dakka kaldım sadece sahilde, ayrıldım sonra..

bu gelişinde konuşuruz diye ummuştum, bodruma gittiğini öğrenince önce kızdım, sonra sandığım gibi olmadı, anılarım falan canlanmadı, o tatili hak etmiştin, mutlu olduğunu hissettim, mutlu oldum.. belki geçen yaz olsa öfkeden delirebilirdim.. sonunda aştığımı görmek rahatlattı beni.. farkında dilmişim sadece..

bikaç klip çektim, reklam yazdım.. ama bunlar sadece yazmaya kaynak olsun diyeydi.. yazmak sanıldığından pahalı bi aksiyon.. şekli tribi bitmiyo..

kalıcı ve iyi işler teklif edildi, hepsini geri çevirdim, çünkü benim hayalimle ortak diillerdi.. burda yaptığım her şey lokal kalıcak, en fazla para biriktirmemi sağlıcaktı.. ki sadece birikmiş parayla oraya gelemezdim, sonu gene tavukçu olurdu, burda ki titrim ‘kreatif direktör’ olsa da orda anlamı olmıcaktı.. anlamı olsa bile reklamcı olmayı kendime yakıştırmıyorum, bilerek ve isteyerek “kötü” olamam ben.. bunu zaten biliyosun..

ilk sene gerçekten kendimi kaybedip birilerini öldürebilirdim, ne kadar öfkeli olduğumu tahmin edemezsin, yada edebilirsin.. ama yapmadım.. onları koruyan sen, Cansu yada bi başkası dildi.. onları kendimden koruyan bendim.. ne kadar delirmiş olursam oliyim kendimi manipüle edebiliyordum hala.. en sonunda işe yaradı.. şimdi geriye bakınca komik geliyo.. kızma sakın ama bi insanın yaşayabiliceği en büyük mutsuzluğu yaşadım.. özellikle duygularını saklamayan, onlarla gurur duyan bi adam olarak dünya bana artık “utanmam” gerektiğini söyledi.. bu üzüntüyü, bu mutsuzluğu içime atmam, onu yenmem, kimseyle paylaşmamam gerekiyodu..

Beril’i istemeye gitmişsiniz, fotoğraflara bakarken içimden “orda olmalıydım” geçti.. “kızımızda pek güzel” demek istedim.. o cümle bensiz de kurulmuştur biliyorum ama ben kurmak isterdim.. beril’in üzgün, ağladığı gün geldi aklıma.. onun için de mutlu oldum..

yazma sebebim bunlardan fazlası ama..

10 temmuz’da Fenerbahçe için yürüdüm, ikinci aşkım için.. köprü yolunda yüz bin kişiydik.. en önlerdeydim..

Hayatın benden bunu da çalmasına göz yumamazdım.. sessiz kalamazdım.. altunizade’ye gelirken çevik kuvvet önümüzü kesti, aramızda en fazla 20 metre kalmıştı, koşmaya başladık üstlerine.. onlarda portakal bombalarını ateşlemeye başladılar.. biber gazıyla göz yaşartıcı gaz karışımı iğrenç bişi.. bombalar üstümüze gelirken ilk düşündüğüm astım tedavimi yapan doktorumdu, çünkü daha bir ay önce aynı gazdan bi astımlı ölmüştü karadenizde, bi başka gösteride.. herkes kaçıştı.. bora bikaç metre arkamdaydı, ona “git” diye bağırdım.. onlarca gazın ortasında yalnız kaldım sonra, yarım adım atmadım geriye, yürümeye devam etmeye çalıştım, bikaç adım sonra gözüm karardı, heryerim yanmaya başladı,

O an savunduğum Fenerbahçe dildi, bendim, sendin.. gitmicektim..

on saniye kadar sonra ciğerim iflas etti, nefessiz kaldım, burnumdan kan gelmeye başladı.. bu arada kaçmadığımı gören çevik kuvvet üstüme sıkmaya başladı yeni bombalarını, sağ kulağımın bi karış yanından geçti biri, dumandan 20 santim önünü bile göremiyorsun, kafamı bulsa şimdi yoktum.. dizlerimin üstüne çöktüm, kaçmadım.. her gözeneğime işledi gaz, her yerim yanmaya başladı, ateşin içindeymişsin gibi..

Tam o sırada yas bişi oldu, beynim mutlu bir anı bulmaya çalıştı tahminen, savunmaya geçti.. önce koku değişti, acı gitti.. fırından yeni çıkmış apple pie yas, duyduğum koku bu, sırtın bana dönük, tezgahta dilimlere ayırıyorsun.. bunu ne kadar hayal etti beynim bilmiyorum.. “şimdi diil” dediğimi hatırlıyorum içimden, şimdi burda bitmemeli.. ağzımdan adın çıktı, gözümü açtım, nefes aldım zorla, ayağa kalkıp sağıma döndüm, uzakta Fenerbahçeliler var, solumda çevik kuvvet bana koşmaya başlamıştı, adım atamıyodum.. fenerliler beni gördü, onlarcası bana doğru öyle koştular ki yas görmen lazımdı.. çevik kuvvetten önce yetiştiler, kollarımın altına girip beni götürdüler.. on dakika sonra kendime geldiğimde, telefonu çıkardım, fotoğrafını bulup baktım..

Hayat devam ediyo, belki sensiz de etmeye devam edicek.. ama ben bunu asla istemiyorum..

Cansu temmuz’un sonunu beklemeden kaçtı yas.. o gün burda olmak istemedi.. ne diyebilirsin ona, kızabilir misin.. yüzleşemedi artisliği yapabilir misin.. onu artık seven biri var, umut’un gözlerinden anlıyorsun bunu ama kolay mı kaldırmak bunu.. bi zamanlar aşık olduğun, belki hala aşık olduğun ama başkasıyla evlenen bi adam.. kendimi yerine koydum.. daha iki gün önce evlendi o adam.. kim bilir neler yarım kaldı.. bi aşkın ölümü, hem de sadece biri gelicekten korktu diye.. bu Cansu’nun hak ettiği diildi.. o adam mücadele etmeden kaçtı.. ben mücadele etmek istedim ama engellendi.. bana daha baştan “yapamazsın” dedin.. başaramazsın.. o an çok zayıftım, belki dağılmıştım ve belki gerçekten başaramazdım.. ama en azından denerdim.. hayata dair içimde kalan her şey bir anda yokoldu, kimseyi duymuyodum, yemek yemeyi bıraktım.. 52 kiloya düştüm yas.. yaşamak istemedim.. ama senden vazgeçmedim.. bedenim her yediğimi dışarı attı, ben inatla yemeye çalıştım.. beynimle bedenim iki ayrı ruh gibiydi.. birbirlerini dinlemediler.. 52 kilo yas, hala inanamıyorum.. işte o noktada kitaba başladım.. şimdi 60 kiloyum, hala 7-8 kilo az ama o kiloları geri almam bikaç ay artık..

Bir karar verdin, dedin ki senin söylediklerini başarıcak gücün yok, o yüzden bitti.. fark etmedin yas bunları aşıcak gücü olmadığına inandığın adamı bundan çok daha zoruyla, onu öldürebilicek bi yıkımla baş başa bıraktığındı.. ve bunu başarıcağıma inandın.. “serdar bu 1 birimi aşabiliceğine inanmıyorum ama şimdi seni 100 birimle baş başa bırakıyorum ve inanıyorum başarıcaksın”..

Doğum gününde aradığımda bunu söylicektim, sonra vazgeçtim, sen fark et diye bekledim..

Cansu senin arkadaşın biliyorum, ona “sen evlendiğinde hangimiz gelicez” demişsin.. beni kastederek.. ben de “yas gelir” dedim artislik yapıp.. ama öyle diil, gerçek bu diil.. gerçek “beraber geliriz”.. belki senden önce biz evleniriz.. hem ben cansu’yu artık senin arkadaşın olduğu için sevmiyorum, burda belki öyleydi ama bu iki senede o benim de arkadaşım oldu, ona sarıldığımda evet biraz seni hissediyorum, bikaç saniye, sonra ona sarılmaya devam ediyorum ama.. onun da mutlu olmasını çok istiyorum, kendim kadar çok..

Ben seninle olmak istiyorum, ayaklarına masaj yapmak, uyurken öpmek istiyorum.. (bu arada tekrar gülmek, eğlenmek gibi aksiyonları zorda olsa geri kazandım, gülerken daha ben gibiyim, daha serdar gibi hissediyorum)

Bu yazı bir seçim yazısı yas.. seçimler hakkında fikrimi biliyosun, insanların önüne konan şıklar sadece..

Bu onlardan diil.. bu gerçek bi seçim, sen bunu hakediyosun..

ben kızımız olsun istiyorum, belki üç, belki beş sene sonra ama istiyorum.. ben seninle olmak istiyorum..

tercihlerimi daha fazla geciktiremem.. devam etmem gerek.. kitabı çıkarmama izin vermezsen aklımdaki başka planlara geçicem..

ama bana izin ver, hayatım boyunca bunu denememiş, başaramamış olmak istemiyorum.. bana izin ver..

iki sene önce bıraktığın adam belki yapamazdı, belki zayıftı, belki fazla küçük düşürülmüş, kırılmıştı.. ama bu aynı adam diil, şimdi yapabilirim, kırılgan diilim, ne istediğimi, ne kadar istediğimi, bunun için yapabiliceklerimi biliyorum.. değiştim evet ama seni seven kısmın diil değişen, onun yerinden kıpırdaması mümkün diil.. sen de değiştin biliyorum, ama beni seven, özleyen parçan diil o değişen..

o kadar kolay olmıcak, hemen yarın aynı ülkede, aynı yatakta uyanmıcaz.. hatta ben oraya gelince bile aynı şehirde olmıcaz, belki futbol takımının renklerinden, belki deniz kıyısı olduğu için portsmouth istediğim şehir.. aynı zaman da gelip orda kurduğun hayatı parçalamak, ona zarar vermek istemiyorum.. varlığım göz ardı edilebilir diil, biliyosun.. ama bir tren mesafesi, bir saatlik uzaklık 3115 km’den iyidir.. en azından ilk altı ay..

tabi gene sen bana gel ben sana geliyim, ayda bir, bir hafta beraber olmayalım demek değil bu.. yada senin de görmediğin şehirleri gezelim, o garip şehirlerin garip otellerinde şarap içelim, ve elbette o otelde dışarıda yağmur yağarken şömine yanıyor olsun..

yüzüne bakamıyorken telefonla konuşmak istemiyorum, sesini çok özledim ama gelip o an öpemiceksem konuşmak istemiyorum..

“seni seviyorum” demek istiyorum yüzüne ama tekrar nasıl söyliceğimi bilemiyorum.. şimdi çok zormuş gibi görünüyo ama gerçekte çok kolay olucak biliyorum..

Hemen önümüzde ki ayda gelebilirim ama 6-8 ay sonra tekrar ayrılmak, türlü basit sıkıntılar yaşamak, seni tekrar kaybetmek istemiyorum..

Bu yüzden yas, izin ver geliceğimiz için mücadele ediyim, kazanıp geliyim.. ve sonsuza kadar mutlu olsun aşıklar..

İki sene bekledik, sekiz ay daha bekleyelim ve bu garip trajedi son bulsun..

O halde artık sorunun zamanı geldi, aklımda daha çok şey var ama bunlar yeterli..

Sorunun kendisine gerek yok, ne sorduğum belli..

(bu gece parkta basket oynarken parmağımı kırdım, ondan yarım saat sonrada üç aylık sahipsiz bi jack russell buldum.. senin bana mesaj attığın günün gecesinde kucağımda jack russell’a bu son satırları yazmam nasıl bir tesadüf, nasıl bir karma anlayamıyorum)

Hayatımın aşkısın...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

birkaç gün içinde..

buraya bir yazı girilicek.. aynı gün saatler sonra bu blogla birlikte silinicek..

21 Haziran 2011 Salı

-arı-




dünya tarihi dendiğinde akla gelmez biliyorum. ne kadarını anladığını bilmiyorum, belki hiçbirini.

insanın herşeye saldırırken ve hep kazanırken ilk defa, gerçekten ilk defa tereddüt etmesini sağlamıştır bu kaza..

öncesinde olduğu kadar korkusuz diildir artık insan.. düşün bak uzay, teknoloji hala korkutur insanları, disko çağıda tam burda başlayıp parçalanır.

evren insana der ki "sonu var".

herkes için kolay olmak zorunda diil, bazısı asla anlamıcak.. ufak köylerde, şehirlerde, iki ana caddeli ülkelerde düşünülmücek bile. zaten çoğu bunun gerçek olamıcak kadar kötü olduğunun farkında, onlar dualarla bedenlerini doldururken, dualar bütününün "ruh" olduğunu da farkedemicekler. hayatları boyu aradıkları gerçek sadece tanım, bu kadar, hikayenin sonu..

arı'ya gidelim..

o'nun beni soktuğunda hayata dair beklentisi kalmamıştı artık. herkesin bildiğinin aksine -ki herkesin bildiği genelde zaten yanlıştır- arılar zehirlerini akıtıp ölmezler. iğneleri onların bir başka organıdır, vücutlarından koparsa ölürler.

biliyorum çünkü küçükken aksi söylenmişti, az önce toplumun doğru yada gerçek dediği tanımların sağlamasını verdim, hepsi söylüyorsa mutlak yanlıştır.

arı, ufak, gri tonlarında. sinirli baya, odaya girmiş, ama çıkamıyor. güneş vuran cama çarparak vızıldamaya devam ediyor. hayvanların camı tanımlayamaması da aramızdaki bikaç ufak farktan sadece biri.

ben her zaman yaptığımı yapıyorum, onu öldürmeyi seçmiyorum, kendi korkumun bedelini neden yarım gram bir hayvana ödetmeliyim.

büyükçe cam bir bardağı üzerine koydum, bu sefer çok kızdı, içinde sağa sola çarptı, bardağın ağzını ufak bi kağıtla kapadım, pencereden dışarı sarkıp kağıdı çektim. bardaktan çıkmasıyla bileğime tutunması bir oldu. soktuğunu anladım, heyecanla bardağı bıraktım, diğer elimle onu kolumdan atmak üzereyken, o bikaç mili saniyede, yukarda yazdığımı hatırladım. ölürdü iğnesi bende kalsa. bu sırada asfaltta parçalandı bardak.

tırnaklarım uzundur hep, bu ara çok uzun diil ama genede uzun -saçma oldu, evet-..
iğnesini iki yanından tutup çektim, çengel gibi hafif ucu, azcık çevirip çıkardım. ondan sonrası garip..

avcumun içinde yürümeye başladı, iğnesini içeri çekti. kanatlarını, bacaklarını temizledi.

az önceki korkusu kalmadı, öğrenmiş olabilir mi diye düşündüm ben, bu kadar kısa sürede, gözle görebiliceğim en ufak beyinle beni tanımış olabilir mi. hatta tüm varoluşu kavrayıp, benden yola çıkıp tüm insanlığı anlayabilir mi. az önce ölüyodu, şimdi niye bu kadar sakin.

durdu, hiçbişi yapmadan durdu, bikaç bin parça gözlerinin onbeş santim önünde gözlerim, bana baktığını biliyorum. avcumdan iki santim kalkıp asılı kaldı havada. zaman daha yavaş gibi, kanatlarını çırpışını, her bir seferini duyabiliyorum.

o vızıltının içinde aklımdan birsürü konuşma geçiyor, birsürü anı. tarif etmem uzun sürer..

koyaanisqatsi tüm bu "yeni" şeylerden önce, daha çanak çömlek aşamasındayken insanlık, bir kabilenin hayata tanımıdır.. anlamamız gereken, bizim daha adına bilgi diyebiliceğimiz hiçbişi yokken ortada neyin "parçalanıyor" olduğudur..

arı uzaklaşırken beni ağlatanda, uçağa binen kıza son bakışımda hep aynı şeyi anlatır.


serdar

8 Haziran 2011 Çarşamba

dünyanın en çatlak, en güzel tırnakları..



-turuncu-

sıvı metal, dev kazanlardan, dev kalıplara
dökülüyor.
çok sıcak, işçilerin derisinin üzeri ter kaplı
akan demirle parlıyor.

çöp kamyonunun arkasına asılı giderken,
terlemiş alnına rüzgar çarpıyor,
burnunda sabit insan kokusu.

sevişen iki erkek çocuğu,
aynı diğer sevişenler gibi
sırılsıklam.

gömleğinin kol altları ıslak bu adamın,
toplantı sonunda yüzünü yıkaması,
kendinden utanması gerek.

saatlerdir havaalanının yerlerini siliyor bir kadın,
mavi üniformasının altında,
sırtından kuyruk sokumuna kaç damla
akıyor?

kucağımda oturuyor,
avucunun içi terli, serpiştirilmiş benli,
uzatıyor,
öpüyorum.


serdar

17 Mayıs 2011 Salı

30 faktör




elimi tuttu
içinde ki her neyse
bana aktı
her hücreme uğradı
kendine yer aradı
beynimin ulaşılamayan bir parçasını
buldu sonra
kullanılmamış tozlu bir oda
temizledi
duvarlara biriken anıları astı
milyonlarca öpücükle süsledi
fotoğrafları ciltledi
gözyaşı dolu akvaryumda
hayalleri besledi

sonra bigün
uyandığımda yoktu
fotoğraflarla öpücükleri götürmüş
beslediği hayaller ölmüş

akvaryum taştı
odayı doldurdu
ölü hayaller her yanıma dokundu
perdeleri çekili ufak pencereden
ışık girdi
boşta salınan hayaller
birbirleriyle birleşip ufaldılar
ben tamamen yokolduklarını düşündüğümde
minik bir parıltı gördüm
karanlık suyun ortasında
giderek büyüdü
ayakları, elleri oluştu
yaklaşıp öptüm dudaklarımdan büyük olmayan göbeğini
odanın suyu boşaldı
gözlerini açtı
sarı saçları uzadı
mavi gözleri yeşile döndü
bu ufak güzel kız
boynuma sarıldı
ilk cümlesini kulağıma fısıldadı
'bırakma beni'

sen aslında yoksun
diyemedim
yağmur altında izlediğim
gökdelen inşaatı kadar gerçekti
duran yağmurun ardından
dev vinçlerin arasından gökyüzüne
yükselen gökkuşağı kadar gerçekti

acı içinde, mutsuz, yalnız,
terkedilmiş, öldürülmüş binlercesini
yaşatıyorum beynimde
hepsi mutlu
hepsini anlamaya çalışan biri var artık

gözlerine bakarken
sen yoksun diyemezdim
'bekle' dedim
'ben anneni bulmaya gidiyorum'

bir tafafı sarı, bir tarafı pembe çarşafının
o sarı olanı seviyor
yatırdım yatağına
sarılıp öptüm
ben yokken sıkılmasın diye,
dünyanın tüm pamuk helvalarını
tüm melek kostümlerini, tüm çiçeklerini,
tüm arılarını, karıncalarını,
renklerini, çimenlerini, bulutlarını
ve en sonunda
dünya'da tutunamamış, korkuyla bir sokağın köşesinde
saklanan, küfredilmiş, üstüne tükürülmüş
aşağılanmış halde bulduğum
elimi uzattığım
beynime taşıyıp koruduğum
başkalarının kırık hayallerini de
yanına bıraktım.

kızım, aşkım, ruhum, meleğim,

annen giricek bigün bu kapıdan
o seni diil beni terketmişti
kızma sakın
geçen yıllar için
pişman etme onu

bu dünya karşılığında hiçbişi vermesede
sen herkese sevgini ver
gene de yaşatmazlarsa seni
korkma
senin hayallerini de bulup
sahiplenicekler
onlar
benim türüm
her seferinde yeniden
hep varolucaklar
unutma.


serdar

3 Mayıs 2011 Salı

uyku

şimdi, hemen uyanınca yazmam gerek.. düşünüp değiştirmek istemiyorum.. gördüğüm diğer rüyalar gibi diildi, farklı olduğunu biliyorum, kayıt altında dursun istiyorum.. çözmek, düşünmek, bilmek istemiyorum..

çam ağaçlarının altında yatıyorum, uyuduğumu düşünüyorum(rüyada), uyumuyormuşum.. yerimde doğrulup güneşe bakıyorum, diken yaprakların arasından parlayıp kayboluyor.. boş bir odanın ortasında yatak duruyor, çarşaf biraz dağılmış, yasmin çıplak yatıyor, yüzünü görmüyorum ama o olduğunu hissediyorum.. üşüdüğünü düşünüyorum, üzerini örtüp yatağın yanında duran sandalyeye oturuyorum.. bekliyorum.. yasmin kalkıyor, yüzü duvara dönük duruyor, hala üşüdüğünü düşünüyorum, sarılıyorum.. bana doğru dönüyor biraz, hala yüzünü görmüyorum, kolumdaki çillerin üzerinde gezdiriyor işaret parmağını, o an tanıdığını hissediyorum, yavaşça bana doğru dönüyor, korkuyorum ama bırakmıyorum, kötü bişi olucak diye düşünüyorum, ölücekmişim gibi.. bana sarılıyor sonra, yüzünü hala görmüyorum, yanağını hissediyorum yanağımda, öyle uzun bi süre kalıyoruz, rüya zamanı belki çok kısa ama ben öyle hissediyorum.. uyanıyorum..

şu an öyle üzgünüm ki tarifi yok.. dediğim gibi beynimin bana ne dediğini artık bilmek istemiyorum.. sanırım farkında olduğumdan çok daha fazla özlemişim..

20 Mart 2011 Pazar

kısa cevap..

sayfalarca yazabilirim.. ama zaten bunu yaptım..

okurken zorlandığım yüzlerce sayfam var.. hepsi toplanınca seni, beni anlatıyor en çok..

karşılaştığımızda nolucak bilmiyorum.. 16 ay..

seni sevmeyi bırakmadım.. bu zaten tercihle olamazdı.. sevmedim başkalarını.. seni sevmemin sebebi de okuduğun bölüm falan diildi.. sen uyurken şişen gözkapaklarındı yas buna cevap istiyosan..

son olarak, senin beni unuttuğunu hiç düşünmedim.. öyle olsa aklımdaki mutlu sonlara inancımı kaybederdim.. beni onlar ayakta tuttular..

konuştuğumuz milyonlarca kelime, toplamda kimbilir kaç yüz saat sevişmelerimiz, birbirimize yaptıklarımız.. hepsi yas senin kurduğun bir cümle gerçek olabilsin diye hazırlığımızdı bizim.. hiçbiri boşuna diildi.. bir gün bir yerde..

9 Şubat 2011 Çarşamba

FCP


Bu gece bitirmem gereken bi bölüm vardı, bekleyebilir biraz..

Cansu,

Biraz ışıklı birsürü kasabanın yanından geçerken o trenle her durakta inip kaybolmak isticeksin.. en yalnız yolculuğun bu, en yalnız hissettiğin.. hep başka şeyler düşünmeye çalışıp aynı noktaya dönüceksin.. şundan emin ol, senin o yolculukta hissettiklerini bir ömür hissedemeyen milyarlar var.. “bu neyi değiştirir serdar” diceksin.. hiçbişi hissetmediğini, donup kaldığını düşünüceksin.. boş gözlerle koltukların desenini, dışardan ışık geldikçe görünen camların kirini izliceksin.. belki ojelerini kazıcaksın tırnaklarınla..

Olduğundan daha fazla yalnız hissetme diye o yolculuğu seninle paylaşıyorum.. kilometreler, uzaklık, yakınlık.. bunlar herhangi insanların hayatı gördüğü açılar.. (saat 11.11)

Cansu bu hayatın özünde sistemli hiçbişi yok.. yanlış diye düşündüğün herşeyi çıkarsanda geçmişe dönüp gene aynı kaosun içine düşebilirdin.. fiil ne kadar doğru, düşmek.. atalarımızın ağaçtan düşme korkusu gibi.. nefessiz kalıp uyandığın bir rüya gibi..

Hayatlarımız heyecanla okuyup bitirdiğimiz kitaplardan uzun diil.. o kitaplarda bikaç duygudan fazlası diildi.. yazılmayanlarda var ama, geçmişe dönüp baktığında giyilen kıyafetler, sürülen rujun kokusu, o rujun o adamın dudağında dağılması, hissettiğin hafiflik..

Zamanın nerdeyse herkesin algısında devam eden, hep ileri doğru bi hareket olduğunu biliyorum.. ama bazen durur.. içine herşeyi alır.. aşkının gözlerini de, içtiğin sigaranın dumanını da aynı kareye koyar..

Çok eskilerden gerçek bi hikaye anlatiyim.. bisiklete binmeyi izmir’de öğrendim.. annanem ve üçüncü eşinin yanına gitmiştim bi yaz, yaş en fazla 9.. dayımda orda arkadaşlarıyla bi eve çıkmıştı.. bisikleti ananem aldı.. ilk bikaç gün hiçbişi öğrenemedim, biraz kırılgan bi çocuktum.. bi gece alkolik olan 3. koca annanemi dövmeye başladı.. bisiklet sokakta demire kilitliydi, anahtarda salonda cam bi vazomsu şeyin içinde.. odadan çıktım, gayet sakin adımlarla ilerledim, anahtarı aldım.. döven ve dövülen durdular, bana baktılar, belki utandılar, hiçbişi sormadılar, evden çıktım.. apartmanların ortasında dev bi arsa vardı, uyduruk sokak lambalarıyla biraz aydınlanıyodu.. bisikleti kullanmayı öğrenemedim o gece, malesef hikaye oraya gitmicek.. dizlerim, incecik kollarım her düşüşüşümde çakıl taşlarıyla kesildi.. sonra gene denedim, sonra gene.. hayatımda hiç şiddetli olmamıştım.. bisikleti tekmeledim, ağladım.. tahminen güneşten iyice rengi açılmış saçlarım ve ağlamaktan parlayan gözlerimle oscarlık çocuk oyuncuydum.. uzatmiyim.. asıl mevzu ben yeni bulduğum bu duyguya sarıldım ve bırakmak istemedim.. bırakmayınca noldu peki.. ben o bisiklete binme çabasındayken arsanın ortasında sekip uçmaya çalışan bi martı vardı.. onunla yarıştığımı düşünmüştüm.. ben mi önce öğrenicem yoksa o mu önce uçucak.. kendi garip dramımı bırakıp onun yanına gittim, ayaklarından biri kopucak gibi sallanıyodu, kanatlarından birinin yarısı yenmişti, yada kopmuştu bilmiyorum.. bişi ona saldırmıştı.. tek ayağı üstünde sekerek önce benden kaçmaya çalıştı, sonra garip bi hırıltı çıkararak bana doğru hareketlendi.. korkup düştüm, burnumun üç santim yakınına kadar geldi ama dokunmadı, göbeğimin üstüne bıraktı kendini.. devamında önemli bişi yok.. arada toprak üstünde zıplayan çekirgeler var hatırladığım.. bide martı öldü.. koşarak dayımlara gittim, sabaha kadar ağladım, beni neşelendirmek için gecenin üçünde uyuyan gözlerle pasta yaptı dört tane adam.. o günden önce ki kayıtlarım sadece yaşananlar, o günden sonrakiler içinde tüm ayrıntıları, tüm hissettiklerimi de barındırıyo.. bide o izmir dönüşünde tek başıma uçağa binmiştim, çok korkmuştum..

bidaha uçağa binmek istemedim hayatım boyunca.. yasmin’le tatilden dönerken mecbur kaldım, son saniyeye kadar içimden “in serdar” geçti.. yasmin elimi tuttu, inmedim.. o benim için ne kadar önemli olduğunun farkında mıydı bilmiyorum..

kitabımın giriş sayfası şöyle cansu,

yıldızlara bakarken ne kadar küçük olduklarını düşündü Sarı, birbirlerinden uzak ve ufaktılar.”

Yaşananlar için pişman değilim, sadece bazıları için. Geçmiş her gün büyüyor arkamda. Hayatım dediğin şey aldığın değil, verdiğin nefes.

Bu son yaz.

Yani diyor ki şair, hayat dediğin geçmişin.. bugünü çöpe atalım demek diil tabi bu.. içtiğimiz kahveyi burnumuzdan üflerken ondan zevk almayalım demek diil.. midye dolmasını da sevmeye devam edelim, sevdiğimiz yönetmenin filmi çıkınca üç aylık bebek gibi üşümesin hastalanmasın diye onu sarıp sarmalayalım..

Kalbinin ne kadar kırık olduğunu tahmin edemiyorum.. kendi kalbimden bakınca bu şehir gözyaşıyla dolar, boğulurum gibi geliyo.. kuzey ingiltere şimdi herzamankinden daha soğuk olucak, sen bi süre donup kalıcaksın.. sonra çözülüceksin yavaş yavaş.. kalbin diil ama, o sonra, bir anda çözülücek.. insanlar sıradan olduklarına kendilerini inandırıp acılarınında bu inançla sıradanlaşmasını bekliyolar..

Oluyo mu peki.. sanmıyorum..

Yatağına giriceksin, yastığa başını koyucaksın.. yorgunluğuna göre belki hemen belki bikaç saat sonra uyuyabiliceksin.. o arada kare kare anılar geçicek, birbirine dokunan eller, ayaklar, belki sakala bulaşmış bi dondurma..

Baban gelicek belki aklına.. senin yanındayken içinde baba geçen cümleler kurmazdım ben, kurulucak gibi olursa saptırırdım.. sadece bi kere anlattığını hatırlıyorum.. önemli olduğu için her cümlen kayıtlı.. sıkkın olduğunda seni anlamanın en iyi yolu o açık pencereye bakan cansu’yu düşünmek oldu benim için hep.. tüller rüzgarla uçuşuyo..

Tanıdığım en gerçek insanlardansın.. anısız ve duygusuzda olabilirdin.. ama öyle olsan cansu gerçekten aşık olamazdın.. özlediğin birini görünce ona sıkı sıkıya sarılamazdın.. içip ağlayamaz, içip sapıtamazdın.. gerçek olduğun için yediğin pastanın seni mutlu etmesine de izin vericeksin..

Bende uzun zamandır aklımda olmasına rağmen korktuğum şeyi yapıcam.. maltepe sahiline gidicem.. yasmin’le oturuyoduk, yan yana.. bi an garip bi his “burası bizim yerimiz olsun mu” dedim.. “söylemeye gerek var mı” demişti oda..

Ümit besen’le david lynch filmlerinin arasında biyerde hayatlarımız.. doğduğumuz toprakla alakalı heralde...

Eve vardın mı bilmiyorum. öptüm çok.. seni seviyorum biliyosun.. kimsenin yerini kimse tutmaz biliyorum ama buda bişidir..

serdar

31 Ocak 2011 Pazartesi

SARI'dan artanlar.. -4-

keşke bilseydin, bir rüyada hiç için kendinden vazgeçtin. sonsuz iki şey var, diğerleri sadece şekilli kavramlar.. biri pislik yas, asla sonu yok, her gözeneğin, beyninin her noktası körelip çürüyene kadar yayılıyor.. hissettirdiğine o kadar alışıyorsun ki bu seni artık rahatsız etmiyo.. diğerleri de kokunu alamıyolar, alışıklar çünkü.. ikinci şeyden emin diilim..ama kişisel bi refleksle fark yaratmak gerekiyosa hep diğerleriyle senin farkın yas hayatın boyunca o kokudan rahatsız olucaksın.. benim de bir gerizekalı, bir mal olarak farkım o kokuyu tüm insanlıktan silebiliceğime inanmam.. tahminen bir aya götümden kan alıp, sokaklarda linç etmeye çalışıcaklar.. bi adamın hayali sevdiği kızı sadece üç saniye görüp öpebilmekken ona yaşatılan bu olmamalıydı.. çok gerginim bu ara.. 15-20 gün bişi kaldı.. niye 20 gün sonra ölücekmişim gibi hissediyorum.. iki haftadır sol serçe parmağım uyuşmuş durumda.. bi ara gene vardı.. hatırlarsın belki..

kabullenmeyi istemezdim, öyle de yaptım.. dramatize etmiyorum, o mevzuları geçeli baya bi oldu.. ne biliyim bana şans falan dile.. ayrıca seni kabul etmeyen okulların inandığı davaları sikiyim.. yavşaklar bi bok sanki.. gelince aşağılıcam hepsini.. böyle bi adam olsa ya mesela, dünyanın en antipatik kahramanı "aşağılayan adam"..

şu an yan yana olsak ne kadar rahatlardım.. ama o zamanda bu yaptığımı yapmazdım.. yaptığımı sikiyim keşke sen yanımda olsaydın.. milyon tane anı içinde gidip en aptalına takılıyo hep kafam.. gülüyorum hatırlayıp.. seninkiler çatıya çıkmış, kiremitlerin üstüne.. gene absürd, garip bi durum.. sonra annenin yanına oturuyoruz.. gece, deniz, sigara içiyoruz..

seni seviyorum..


-ikisi de uzak-

Önünde, az ilerde başlayan dev bir çöl, arkasında, birkaç kilometre arkasında dev buzullar görünüyor.

Parlayan düz bir zemin, milyonlarca renksiz fayans. Ayakları üşüyor Sarı’nın. Gözlerini kaşlarının altından gökyüzüne dikiyor. Dev bir güneş. Arkasını dönüyor, ay tüm kraterleriyle duruyor tepesinde.

Koşuyor, bir anda duruyor, dizlerinin üstüne çöküp kusuyor, fayansların aralarından emiliyor kusmuk. Yokluyor eliyle kustuğu yeri, tertemiz. Fayansların üstüne eğilip bakıyor bir şey görünüyor mu diye. Çok aşağı da ışık olduğunu fark ediyor. Kalemlerini çıkarıyor cebinden, sokup aralarına açmaya çalışıyor fayansları. Açamadıkça sinirleniyor, birini oynatıyor yerinden sonunda, zar zor parmak uçlarını sokuyor, tüm gücüyle çekiyor, tırnakları acıyor, sonunda orta parmağının tırnağı sökülüyor yerinden. Yazı eli bu. Boğazı kabarıyor acıyla bağırırken. Titreyen elinden akan kan gene fayans aralarından emilip kayboluyor. Devam ediyor zorlamaya, karolardan birini söküyor sonunda, kolunu içeri sokup yokluyor, boşluk, ama derinde ki ışığı daha net görüyor şimdi. Birkaç karoyu daha söküyor. Ön cebinden not defterini çıkarıyor, titreyen eliyle son bir not yazıyor deliğe atlamadan.

“sana öğretilen benim tükürdüğüm gerçek”

Bırakıyor not defterini elinden, soyunuyor tamamen. Katlayıp koyuyor yere. Derin bir nefes alıp kapıyor gözlerini, deliğe bırakıyor kendini. Güneş ve ay birbirine yaklaşıyor giderek, fayanslar deliğe doğru çekiliyor, birbirlerinin üstüne katlanarak ilerliyorlar. Fırtına başlıyor çölde, buzullar eriyor hızla, büyük bir deniz deliğe yaklaşıyor her yönden. Ay ve güneş birleşiyor. Delik büyüyor.

Her şeyi içine çekince sessizleşiyor evren. Karanlık ve sessiz. Sarı bir nokta giderek büyüyor, çok uzaktan bir çığlık giderek yaklaşıyor.

kasım 2010

serdar

23 Ocak 2011 Pazar

SARI'dan artanlar.. -3-

-hiçin içinden geldim-

Sokağın başında bekliyor beni biliyorum. Apartmanın köşesinden çıkacak geçerken. Korkuyorum, hemen arkamı dönüp geldiğim yerden kaçmak istiyorum. Ama yürüyorum. İki adım kala köşeye duruyorum. Dolunay var, sivrisinekler suratıma çarpıyor bu soğukta. Sağ gözümden bir damla yaş yavaşça akıyor. Dudaklarımın yanından kıvrılıp çenemde duruyor. Ağzımdan çıkan buğuya bakıyorum ben. Onun da buğusu köşeden görünüyor. Dönsem diye düşünüyorum gene. Ama artık çok geç. Parmaklarım kızarmış, üstünde ki tüyleri görüyorum. Avuç içlerim de bakılacak bir fal yok. Üç adım atıyorum, sağımda şimdi, kafamı çevirip bakasım yok. İki metal birbirine sürtüyor, biri çakmak, sigarasını yakarken anlıyorum. Hiçbir yere gidesim yok. Cebimden paketi çıkarıyorum, Sarı içinde. “bu sende kalsın” diyorum. Gülüyor. Ses mermiden önce geliyor. Düşerken ona dönüyor kafam, gözlerim açık, hayatımın en uzun saniyesi bu, hala yaşıyorum.

sonbahar 2010

serdar

19 Ocak 2011 Çarşamba

SARI'dan artanlar.. -2-

bunu yazdığımda havaalanındaydım.. 18 saat kaldım orda.. güvenlik, polis rahatsız etti devamlı.. anlatınca çekildiler, o kapının önünden ayrılmadım, genç komiserlerden biri kahve getirdi, yere oturup yazmaya başladım.. tabi ki sadece bunu diil, geri kalanların çoğunu yakında okucaksınız zaten..

o kapıdan çıkmasını beklemedim, gelmiceğini zaten biliyodum.. ama orda olmam gerekiyodu..


-doğmak-

Aşık oldu Sarı, anlamadı önce, hissettiğini tanımlayamadı. İçinde büyüttüğü, onu motive eden duygulardan değildi bu. Onunla Kırmızı arasında oluşuverdi. Bir başka insan gibi nefes aldı aşk. Aralarında duruyordu hep, hangi açıdan bakarsa baksın O’na önce aşkı görüyordu. Birbirlerine dokunduklarında bölünüp iki bedene ayrılıyordu aşk. Ne zaman birbirinden ayrılsa dudakları beliriyordu hemen. Bazen birine daha yakın, bazen tam ortalarında duruyordu. Aralarında ne kadar mesafe olursa olsun. Sarı biliyor, aşk fransa’nın güney kasabalarından birinde şimdi, üzümleri eziyor ayaklarıyla. Akşamları şöminenin başında taze şarabını içiyor. Ağlıyor bazen, çocuklarına masallar anlatıyor yatmadan. Ahşap bir bağ evinin gıcırdayan merdivenlerinde oturuyor geceleri. Parlak gökyüzünde yıldızlara adlar koyuyor. En sevdiği iki rengi özlüyor. Yaz yağmurundan sonra bakamıyor hiç gökyüzüne, gökkuşağını görünce aşıklarını hatırlıyor hep.

20-21 eylül 2010

serdar

13 Ocak 2011 Perşembe

SARI'dan artanlar..

genel kurguya oturmadığı için taslak olarak bıraktığım bir sürü deneme kaldı elimde.. kaybolup gitmesini istemediğim yazılar bunlar.. bazıları didaktik, bazıları kurgu-gerçek.. tamamen kendinden güç alıp sınırlarını zorlarken unutmamak için not aldığım fikirler bunlar.. bu alttaki parça ağustos'un son günlerinden.. ara ara Sarı'nın dışında kalanları atarım buraya..


-bağımlı-


Kafasını ellerinin arasına aldı Sarı. Bağımlıydı o’da. Din gibi, eroin gibi, televizyon gibi. Taraftardı o. Fenerbahçe’ye bağımlıydı, onu siktirip atan kız arkadaşına bağımlıydı. Onlardandı o’da.

İş denen şey bedenini, beynini kiraya vermendi. Günlük, haftalık, aylık, yıllık. İnsanlığın medeniyet dediği şey birbirini kiralayıp uyum içinde yaşamaktı. Tüm dünya genelevdi. Kendini satıp karşılığında para alan insanlar bir başkasını satın alıyordu o parayla. Kabustu bu. Zaten kısa olan hayatlarının çoğu kölelikle geçiyordu. Uç örnekler toplumdan dışlanmıştı. İnsanlara kendi gerçeklerini hatırlatıyordu çünkü. Kölelik bitti dediler, kölelerin bir kısmını bütüne ekleyip. Orospulardan nefret etti herkes, çok açıktı çünkü. Çok gerçekti. Sana kendini hatırlatıyordu. Süregelen sistemler en iyi halleriyle dünyanın %80’ini aç bıraktılar. İnsanlar şimdi ellerinde kalan bu sistemleri düzeltmenin yollarını arıyorlar. Binlerce senelik gelişmenin sonucunda elde ettikleri tek şey açlık.

İnsanları standart normlara çekmek isteyen bu gelişmiş sistemler hastalıkları tedavi ediyor. Amaç daha uzun yaşam değil. Nasıl yaşadığına bakınca bundan iki yüz sene önce otuz yıl yaşayan insan kadar bile yaşayamıyorsun sen. Onun kendi dünyası vardı. O kiralık kontratlarını daha kısa tutuyordu.

Toplumu oluşturmak;

Onlara hep beraber inanacakları kavramları ezberletin. Milliyetçi olsunlar mesela, isveç’te doğan kendi ırkının üstünlüğüne inansın, kenya’da doğan kendine. Dindar olsunlar mesela, malezya’da müslüman olsunlar, brezilya’da hristiyan. Hiçbiri bu savunduklarının doğuştan üstüne etiketlendiğini düşünmesin ama, kendileri seçmişler gibi olsun. Bu kısım zor, şöyle yapalım o yüzden, ülkelerinin nehirleri tüm dünyanın en güzeli olsun, diğer ülkelerde aynı şeyi yapacağından problem olmaz. En güzel sebze meyvede o ülkede yetişsin, orası yaratıcı tarafından kutsanmış olsun. Bunlar sen doğmadan çok önceleri belirlenmiş ve söyleniyor olsun, sen de katıl aralarına, sen de söyle.

Söyleyemiyorsan tedavi edecekler seni, hastasın çünkü sen. Belirlenen hedefler herkes için, nasıl kabul etmezsin, ortak ahlak kurallarını kabul edeceksin.

Çalışacaksın, para kazanıp harcayacaksın, bayramlar olacak, kutlayacaksın. Çocuk yapıp aynı ezberden geçireceksin. İyi insan olacaksın, iyi insandan kasıt ideal insan burda, kimseyi rahatsız etmeden, problem çıkarmadan, yaşadığını fark ettirmeden çoktan ölmüş olacaksın. O zaman güzel hatırlayacaklar seni.

Verdiğin yıl sonu raporu insanlık tarihini değiştirecek, kendini paralayıp mal alımında .19 indirim yaptırmış olman mezar taşına büyük harflerle işlenecek. Bu arada vakit bulamadığın için aşkının gözlerine 145311 saat az bakacaksın.

Korkma ama dinler var, kiraya verdiğin hayatının farkındalar, sana ölünce yenisini verecekler. Tek yapman gereken kontratını doldurman.

Ama gene de bazıları yapamayacaklar bunu. Dinle oluşturulmuş toplum kuralları daha farklı cümlelerle devletler tarafından savunulacak. Alternatif bitmez, yemeyi sevebilirsin mesela, çok sevdirebilirler, obez olman herkes için en iyisi, hareketsiz kalan bir bedeni kontrol etmek kolay. Yüz senedir biraz biraz değiştirilip önüne konan bulmacaları bir maymun çevikliğinde çözüp kendini mutluda edebilirsin. Yakında eline çubuk tutuşturup tavana asılı muzu da almanı isteyecekler. Dünya hakkında ne kadar ezberin var, denizler, vadiler, şehir adları, sebze, meyve, hangi heykel nerde, resimler, ressamlar, yazarlar, kitap adları, film adları. Seni sadece oyalayan milyonlarca kelime. Karakterim dediğin şeyi oluşturan parçalara bak, dinin, sevdiğin yemekler, favori filmlerin, favori markaların, kazaklar, gömlekler, saati hangi koluna taktığın, küpe takıp takmaman, tuttuğun takım, iki kola markası arasında ki seçimin. Sen ciddi misin?

Düşündüklerin, asında hiç etkin olmayan ama diğerleriyle paylaştığın fikirlerin. Kürtaja karşı olup olmaman, demokrasi tartışmaların, sanat tartışmaların. Daha önce birilerinin kurduğu cümleleri tekrar ve tekrar kurman.

Sistem eleştirileri bile modern denen dünyanın kendi çıkarlarına emanet. Arada çıkan bir kitap, bir film bütün gazı alıp götürüyor, hazımsızlığa birebir. Sistemi eleştirmek kapitalizmi eleştirmekle sınırlandırılmış. Sen kapitalizmi eleştirirken farkında değilsin ki çoktan onu kabul etmişsin. İnsanlığın başlangıcından bügüne kadar oluşan adı farklı içeriği aynı sistemlerin sana sunduğu tek şey açlık oldu. Yada sen şanslıydın seni doyurdu diyelim, seni doyurmak için geri kalanı aç bıraktı. Sen insan olarak tüm bu ezberin içinde sana ezberletileni bile unuttun. Yada unutmak istedin diyelim. Aş evlerinde sabah çorba dağıtabilir yada dünyada ki açları doyuracağını söyleyen örgütlere onları senden uzak tutsunlar diye rüşvette verebilirsin. Üstüne düşen görevi yapmanın mutluluğuyla şimdi hemen git ve güzel bir yemek ye, belki verdiğin para bir ay sonra bir ekmek olarak aç bir çocuğun midesine iner. Neyse sen onu bir hafta daha hayatta tutmuş oldun, haftaya ölür ama önemli değil senin için.

Önemli olmalı da demiyorum ben, sadece gerçekte kim olduğunu bil. Sen eğitildiğin insan değilsin. İçinde iyi diye tanımladıkların kadar kötü diye tanımladıklarında var. Tabi senin tanımınla. Benim baktığım yerden sen sadece insansın. Neyi, nerde, nasıl istiyorsan yapabilmelisin. Bugün uyandığında negatif mi yoksa pozitif mi olduğunu sorgulamaman lazımdı, gün içinde ne kadar artın ne kadar eksin olduğunu ilkokul çocuğu gibi beynine yazmayı bırak.

Herşey daha kötü versiyonlarıyla başa dönecek. Sen çareyi gene onlarda arayacaksın. Önce dinleyecekler seni, törpülemen gereken yerlerini iyice anladıktan sonra tedavi edecekler. Uyuşturucuya direncin fazla demek ki senin, devlet eliyle uyuşturucular alacaksın eczaneden. Tüm depresyonun kaybolacak, tüm o sinirin. Öyle uyuşacaksın ki geriye senden hiçbişi kalmayacak, sen gidince problemlerinde seninle gidicek. X’lere Y’lere katılıcaksın. İstatistik kağıdından çıkan ortalama sonuçlardan olacaksın.

Bağımlılıktan kurtaracaklar seni bir başka şeye bağımlı hale getirip. Zaten tüm bu işlemler sırasında seneler geçecek, nolduğunu anlamadan sistemden çıkmış olacaksın. Yaşlanınca ölüme terk edecekler seni, artık tehdit olmadığın için ne halin varsa gör. Onlar yeni kuşaklara takmış olacaklar o sırada. Aynı dinler, aynı televizyonlar, aynı açlık. Gene birileri sırıtacak arada, belki o birileri psikolojiye de dirençli olacak, sosyoloji alacak bayrağı ondan. Öyle mantıklı görünecek ki anlatılanlar beynin eriyip kulaklarından akacak sonunda, yazın serinlemek için dilini ağzından çıkarıp sık nefes alıp vereceksin. Pati vereceksin istenince, ödül olarak balık kraker alacaksın. O krakeri bazen ailen, bazen iş arkadaşların, bazen aşkın cebinde taşıyacak hep.

Bir gün yalnız kalacaksın. Daha önce yalnız kalanların mirasını devralacaksın. O mirası bırakanlar her çağda her yüzyılda katledildiler. Bir sonraki nesile kaynağı gösterme fırsatları olamadı.

Bu milyarlarca insanın merkezinde karıncalarda olduğu gibi bir ana kraliçe yok. Merkezleri tamamen belirsiz ve soyut. Renksiz, duygusuz. Sen o merkezi hissettiklerinle dolduracaksın.


ağustos 2010

serdar