1 Haziran 2012 Cuma

still worse

hasta olmak bozdu beni..

biyerde sıra bekliyorum, elimde sıra kağıdı var, üzerinde abuk bi numara, beş haneli bide, 99bin kişiye kadar hizmet verebilirler yani, saçma..

çok fazla bey diye hitap edilince karşıdakide aynı sıfata özeniyor heralde, öyle anlıyorum, "hasan bey daha önce izah etmiştim"li cümlemi kurmuyorum ama, bana ait diil ben hasan diyorum düz, hasan en azından sonuna bi abi koysaydın bakışıyla ezikliyor beni.. eziklenmeye bağışıklığım var, saolsunlar, koymuyor o yüzden..

neyse ordan çıktım, bişiler yiyim dedim, cadde karşısında eve hep eksik sipariş getiren sandiviççiyi gördüm. (sandiviç evet, sikerim artık biri ağızdan çıktığı gibi yazsın şunu)

girdim, sipariş verirken dedim böyle böyle sizin eleman post makinasına kağıt koymayı unutmuş, parayı alamadınız, bi haftadır her gün arayıp 25 lira istediğiniz benim.. onuda hesaba ekleyin.. ben sanki bu amcıklara gidip bunu demesem suratımdan çözüceklermiş gibi durumu bide çemkirdiler, çemkirilmeyede bağışıklığım var.. yemeği yedim, yemek dediğim bilmemne peynirli bilmemne sandiviçi, çok şekilli bol koyun peynirli mide bulantısı bişi, koyun peynirine uyuzum var, etinede, galiba komple koyun sevmiyorum.. zaten bi hayvanın hem kendisini yemeyi hemde içinde ürettiği bişeyi tüketmeyi kavrayamadım çok, olmuyor, hep bi rahatsızlk bünyede.. hayvanın iç organlarında biriktirdiği, attığı enzimi ben niye yiyorum..

fotocuya girdim, dedim acil, on dakka sonraya randevum var, bana güzelinden bi biometric çak hacı.. amın oğlu dünyayı kurtarıyo edasıyla bi bilgisayara bakıyo bi bana bakıyo bi makinasına bakıyo, açı önemli diyo bide, açısını siktiğim şekilli vesikalık işte, bana sonunda on cm kare kağıt vericen bende sana 25 lira.. ilişkimiz bu, niye fazladan hava katıyosun..

döndüm kalan evrakı, fotoyuda falan verdim, gel şu gün verelim dediler.. bide hastalığın geçseydi keşke şimdi pasaporttaki fotondan tanımazlar senili bi espri yaptılar.. ben ilk defa duydum komik gelmedi, lan sığır sen aynı espriyi kaç bininciye yapıyosun bide üstüne gülüyosun, beynin yok mu çocuğum senin, ak partili misin, on sene önce gençlik kollarında başladığın siyasi hayatın polis kadrosuna ittirilmenle devam mı ediyo..

kürtaj meselesi var bide, sanırsın ki amerikadayız, wiskonsinin köyündeyiz.. resmen tartışma ithal etti adamlar, bidahaki seçimde cumhuriyetçi rolüyle logolarını filde yapabilirler, ampüllü fil, değişik.. (lan eşek mi fil mi cumhuriyetçilerindi, şu an arada kaldım, ne sikse)

hastalıktan geberiyorum ama vaktimde yok çok, öyle hop serum, hop bi depresyonun dibi, sinir, alkol derken düşünmek için vakit bırakmıyorum kendime..

ama tabi sokak ortası öksürük krizine mütahakip elime gelen canım pıhtıları görünce neşesizleşiyosun.. bi anda.. herşey çok ciddileşiyo, çok gerçek oluyo o zaman.. türk filmi klişesi lağn bu feveranın beynin tarafından çok kısa sürede aşağılanıp yokediliyo..

sonra hafif acıyla karışık ağlamak diilde, sinirle kendine üzülmek arası bi gözlerde dolma, bi beynin içinden ver küfrü ver nefreti halleri..

tam o anda içine döndüğünde, beden beyne "al hacı bizden bu kadar, artık sıra sende, düşünsün ibnenin oğlu" diyerek gazı veriyor..

tamda o anlarda, belki ben nereye bakmam gerektiğini bildiğimden, sıradan herşey bulanıklaşırken, arabaların gürültüsü, insanların çığırması duyulmadığında bi kare, donuk olan herşeyin içinde caddenin karşısında kaldırıma bitişik mazgala takılmış bi pet şişe çırpınıyo gibi görüyorum, onun geçebiliceğinden dar mazgallar, yardım istiyo gibi geliyo.. ona yardım etmem tüm dünyayı kurtarırmış gibi.. karşısındaki kaldırıma oturup izliyorum.. sigara yaktığımda caddenin iki ucunda çırpınan iki pet şişe oluyoruz.. o akan suyla sağa sola çarpıyo, ben öksürüyorum..

şişeye bakarken kötülüğün nedenini çözüyorum, yada çözdüğümü düşünüyorum.. iki aydır soruyorum kendime ve sonunda anlamlı olmaya yakın bi cevap çıkıyor beynimden..

neden yapıldığından çok ne kazandırdığına bakmam gerektiği sinyalini alıyorum şişeden.. soru yanlışmış.. böyle sorunca cevapta basit geliyor, sessizce gelip oturuyor karşıma.. güçlü hissetmek için serdar.. bu kadar.. sonra sağlamasını yaparak ilerliyorum.. kim güçlü hissetmek ister diyorum, gene basitçe cevap veriyor, güçlü olduğuna inanmayan.. lan çok kolaymış bi soru daha soriyim mi, nooğlur diye eteğinden çekiyorum.. bu günlük bu kadar diyor, ters biraz beynim, öyle çok oynamaya gelmiyor..

caddenin karşısına geçip şişeye yakından bakıyorum.. karar vermem lazım, delikten zorla geçirmeli miyim yoksa öyle bırakmalı mıyım.. kararı karşısında otururken zaten verdiğimi farkediyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder